Ekim 30, 2012

Aklı Bulanık Teknik Adam

 
  Ne oldu? Hani bu takım artık koşacak parçalayacaktı? Geldiğinden beri bir teknik adamın elinde olabilecek her imkana sahip olan Kocaman, Alex'i yollayalı bir ay geçmemiş, istifa için doğru zamanı bekliyorum zaten bu şekilde 34 hafta dayanamam şeklinde konuşuyor. Marsilya maçında ikinci yarı, Caner hemen önümdeki mevkiide oynadığından çok net şekilde bitik halde olduğunu, koşamadığını görmüştüm. Lakin ilk yarı çok güzel oynamış ve çok koşmuştu. Fakat ben, sıradan taraftar bunu görürken, 15-20 dk bunu göremeyen Kocaman, ancak Caner kendini yere atıp beni değiştir dediğinde değiştirebildi. Benim için Aykut'un hocalığı zaten orada bitmişti.
 
  Gelelim Pazartesi'ye. Krasiç hazır değil, bunu görmek zor da değil. Oldukça kaliteli bir futbolcu, hazır olunca iyi olacaktır muhakkak. Hazır hale gelebilmesi için de tabii ki maç oynatılmalı. Ama daha 50. dk adamın bitkin olduğunu bu sefer tv'den bile anlayabiliyordum. Aykut kaçıncı dakikayı bekledi, 66. Çünkü farkedemiyor. Kafası o kadar yoğun ki farkedemiyor. Tahmin ediyorum, ikinci yarıya çıkarken, hamle yapmak yerine basın toplantısında ne yapacağını düşünüyor. Caner'i çıkarması gerekirken  Alex'i çıkarınca ne olacak onun hesabını yapıyor. Yani kendini maça verecek kadar sağlıklı bir psikolojide değil. Hangi teknik adam korner kullanılırken ortasahada son adam olmadığını farketmez? Kenardan bağırıp birini ortasahaya çekmez? Belki kimin son adam olması gerektiği belli, ama söylediği dinlenmedi; bu zamana kadar takım organizasyonunda son adamın kim olduğunu bile öğrencilerine öğretemeyecek kadar kötü bir öğretmense daha pas yapmayı vs öğretecek. Toplama öğretemeden çarpma bölme mi gösterecek? Ve ben her maç soracağım. Alex oynasaydı da 3-1 kaybetseydik ne olurdu?

Ekim 09, 2012

Alex-Mönchengladbach-Beşiktaş-Alex



Zamansız ayrıldı güzel adam aramızdan. Hocasıyla anlaşamadığını herkes biliyordu belki içten içe ama kimse bunun bir sorun olarak ortaya çıkacağını ve sonucunda herkesin yara alacağını düşünmüyordu; düşünse de dile getirmeye korkuluyordu. Ne var ki geldiği günden beri Alex'i oynatmak istemeyen Aykut Kocaman, çareyi Alex'i kadro dışı bırakmakta bulunca, Alex de bunca senesini verdiği takımından gitmeye karar verdi. İlk başta yapılan açıklamaları duyunca, nasıl böyle bir vefasızlık yapıldı, neden başkan bu kadar sinirlendi ve Alex hakkında "komik" açıklamalar yaptı anlayamadık. Ayrıca bu karman çorman olaylar dizisi birkaç gün hatta birkaç saat içersinde gerçekleşirken takımın önünde iki tane önemli maç vardı. Biri Avrupa'da Fenerbahçe'ye oranla zayıf denecek bir takım olan Mönchengladbach maçı, diğeri ise tarihinin en kötü kadrolarından biriyle ve maddi açıdan zor şartlarda ayakta durmaya çalışan Beşiktaş maçı.

Mönchengladbach maçı başladığında, bazı kesimler Alexsiz Fenerbahçe daha başarılı olacaktır derken, benim de içinde bulunduğum diğer kesim ise Alex kadroda olsa, belki yedek kulübesinde otursa ama Fenerbahçe yine başarılı olsa diyordu. Maçı izlerken, son zamanlarda hiçbir Fenerbahçeli futbolcuyu bu kadar istekli görmemiştim. Zaten maç sonunda Baroni'nin takıma geldiğinden beri en çok koştuğu maç istatistiğini duyunca gelen haklı galibiyetin sebebi apaçık ortaya çıkıyordu. Defansif anlamda hatalarından vazgeçemeseler de, Fenerbahçeli oyuncular maçı kazanmaktan başka bir çarenin olmadığı, sanki şampiyonluk maçıymış gibi ki geçen sezon kaçan şampiyonluk maçında bu kadar istekli değillerdi, mükemmel bir mücadele gösterdiler. İzleyen herkes maçtan oldukça keyif almıştır, Fenerbahçe'nin nasıl olup da haftalardır iyi futbol oynayamadığını sorgulamıştır.

Üç gün aradan sonra Kadıköy'de kadınların önünde çıkılan maçta da aynı performansı gösterebilecek miydi Fenerbahçe? Herkes merak ediyordu. Futbolcular sanki Alex gitsin hepimiz çok daha iyi oynarız demiş gibilerdi. Aykut Kocaman her iki maçta da gol sonralarında seviniyor, maç oynanırken kenarda yerinde duramıyor ve heyecanla taktikler veriyordu futbolcularına. Zaten zayıf bir kadroya sahip olan, sadece Fernandes üzerinden bir şeyler yapmaya çalışan Beşiktaş karşısında zorlanmıyordu Fenerbahçe. Hatta 3-0 dan sonra atağa dahi kalkmayıp top çeviriyorlardı Fenerbahçeli futbolcular. Maç sonrasında Aykut Kocaman, zor günlerde takım çok iyi reaksiyon gösterdi diyordu. Aslında takım için zor olan günlerden daha çok başkan-teknik direktör-kaptan üçlüsü için zor günlerdi geride kalan birkaç gün. Belki de Fenerbahçeli futbolcular aldıkları bu galibiyetle kulübün büyüklüğünün her şeyden üstün olduğunu ortaya koyuyorlardı. Sokaktan geçen herkes kulübün zarar görmemesi gerektiğini, takım kaptanının da bu takımdan gidebileceğini, ancak seçilen yolun yanlış olduğunu söylüyordu.

Ve son açıklama. Kaptan Fenerbahçe'den giderken, yaptığı açıklamalarla ne kadar büyük adam olduğunu gösterdi. Zaman zaman iğneleyici laflar etse de, çıktı basının karşısına düşündüğü her şeyi, hata yaptım dediği, kırıldım dediği her noktayı tek tek açıkladı. Kurduğu cümlelerin hepsini diyaloglarda başkana da, hocasına da dile getirmeye çalıştığını ve kimsenin arkasından konuşmadığını söyledi. Umarım hepsi doğrudur, çünkü Alex ben kırgın gitmiyorum, kadro dışı bırakıldığım için gitmeyi kendim tercih ettim dedi. 2 saat 7 dakikalık konuşması boyunca ufak tefek sitemleri oldu, ama efendiliğinden ödün vermedi ve bence en önemli olanı da buydu. Şimdi herkes merakla yarın kulübün yapacağı basın toplantısını bekliyor. Umuyorum, başkan ya da kulüpte yetkili bir başkası kimseyi kırmaya yönelik, Fenerbahçe'nin adına zarar verecek, kulüp içinde sorun yaratacak bir açıklama yapmaz ve Fenerbahçe gibi köklü bir camianın adına yakışır şekilde bu olayı arkamızda bırakıp önümüze bakmamıza yardımcı olurlar.

Bu saatten sonra bize de güle güle büyük kaptan Alex de Souza demekten başka bir şey düşmez. Heykelinin başındaki gözyaşlarıyla, attığın gollerle, kaldırdığın kupalarla, golden sonra eşinin tribününe koşmanla ve daha birçok özelliğinle hatırlayacağız seni.

Not: Alex'in basın toplantısına alttaki linkten ulaşabilirsiniz.
http://www.ntvspor.net/video-galeri/alex-de-souzanin-basin-toplantisi-tamami

Ekim 03, 2012

Galatasaray 0 - 2 Braga: Modern Futbol

Düzenli olarak şampiyonlar liginde boy göstermenin maddi getirisi kadar önemli olan bir diğer nokta da avrupa futbolunun zirvesindeki takımlarla karşılaşarak futboldaki değişime ayak uydurma şansı vermesi. Dün akşam gördük ki verilen 6 senelik ara Galatasaray'ı çok geride bırakmış. Artık topa hakim olmak değil; topa hakim olduğunuz sürede neler yaptığınız önemli. Yatay pasların oyuna etkisi sıfıra inmiş durumda; tam tersine goller genelde dikine hızlı ilerlenen iki üç paslı pozisyonlarla geliyor.

Deplasmanda favori olmadığınız bir maçta oyuna yön vermek zorunluluğunuz yoktur ve bulduğunuz bir kaç pozisyon yeterli olabilir. Ama kendi evinizde kazanmanız gereken bir maçta, kapanan takımı açmak için farklı meziyetler gerekli ve maalesef Galatasaray bunlara sahip değil. Braga ilk dakikadan itibaren topa hükmetmek gibi bir düşüncesi olmadığını gösterdi. Kadro yapısını da buna göre oluşturmuş bir kontra atak takımı. Bu takıma karşı kendi yarı sahanızda iki oyuncu bırakarak hücum ederseniz elbet kalenizde tehlike görürsünüz. Buldukları ilk pozisyonda da Galatasaray defansının şampiyonlar ligi seviyesinin ne kadar gerisinde olduğunu gösteren bir gol geldi.

Yenilen golün ardından asıl problem kendini gösterdi. Braga gibi orta seviye takımlar bile artık alan savunmasını çok başarılı yapabiliyor ve Galatasaray bu savunma karşısında adeta aciz kaldı. Golden sonraki 60 dakika boyunca orta saha çizgisinin oralarda top dolaştıran bir defans hattı ve ne zaman ileriye oynamaya çalışsa Braga defansının içinde kaybolarak topu kaybeden bir Galatasaray izledik. Bu savunmaları açmanın 4 temel yolu var:

1- Göbekten seri duvar paslarıyla delmek ki bunun için bütün takımın ayağına çok hakim oyunculardan oluşması lazım. Zaten bu tarz golleri ancak Barcelona'dan görebiliyoruz. Galatasaray'ın en kuvvetli bölgesi burası ve bunu bilen Braga da ortayı kalabalık tutarak bu bölgeden pozisyon bulmayı iyice imkansız hale getirdi.
2- Kanatlara inerek buradan pozisyon çıkarmak. En olası ihtimal bu ama kanatlar aynı zamanda Galatasaray'ın en zayıf bölgesi. Emre, fizik gücü yüksek rakiplere karşı hiçbir varlık gösteremiyor; zaten ikinci yarı yerden kalkamadı. Amrabat da kendisine ödenen 8 milyon euro'nun ağırlğı altında ezilmeye devam ediyor. İkinci yarı takımın kanatları Aydın ve Emre'ydi ki A2 takımının kanat oyunucılarıyla aralarında çok fark olduğunu düşünmüyorum.
3- Uzaktan şutlarla kaleyi yoklamak. Gole en çok bu şekilde yaklaştı Galatasaray. Aydın harika bir şut çıkardı ama ne yazık ki kaleci Beto hayatının belki de en iyi kurtarışlarından birine bu maçta imza attı. Zaten bu şekilde gol şansı olan şut maç içerisinde bir, en fazla iki tane denk gelir onların da gol olması o maçlık şansınıza bağlı.
4- Son olarak duran toplar... Galatasaray yeterli sayıda korner kullandı; yeterli sayıda serbest vuruş da kazandı ama bu duran toplarda organizasyon namına hiçbir şey göremedik. Fatih Terim'in öncelikli olarak belli etmesi gereken şey şu ki; bu takımın duran top kullanacak ismi Selçuk İnan'dır. Kornerlerde Emre'yi bir derece anlayabilirim ama serbest vuruşlarda Burak'ın topun yanına bile yaklaşmaması gerekirken Fatih Terim buna nasıl seyirci kalıyor anlamak çok güç.

Maç boyunca Galatasaray bu çözümlerden hiçbirini üretemedi ve iki 90 dakika daha oynansa da bir şey değişmez görüntüsü vardı. Haftaya olası ManU ve Galatasaray galibiyetleri sonrası üç takım aynı puana gelebilir ve benim düşüncem Braga deplasmanda daha fazla şansımızın olduğu bir rakip. Her şey kaybedilmiş değil ama Cluj maçı artık tamam mı devam mı maçına dönüşmüş durumda. Takımın bu baskıyla nasıl bir oyun ortaya koyacağını kestirmek güç. Fakat bu maçla görüldü ki kendi liginde rahatça ilerleyen Galatasaray'ın iyi gözüken kadrosu şampiyonlar ligi seviyesinin gerisinde ve Avrupa'da başarı için kalitenin yanında tecrübe de gerekiyor.

Ekim 01, 2012

Huzursuz Taktikler


Alıştığımız tabloyla bir kez daha karşı karşıyaydık. Sahada, top oynamayı bilmeyen, ilk defa Türkiye Lig'inde maça çıkıyormuş gibi eli ayağına dolanan adamlar topluluğu; mücadele desen Kasımpaşa kadar mücadele edemeyen bir takım, pozisyon desen akılda kalıcı bir atak organizasyonu bile yok ve maç sonunda yine kargaşa, üzgün taraftarlar, sinirli taraftarlar, olayları yönetmeyi başaramayan bir Fenerbahçe...

"Maç hakkında ne yazmalıyım?" diye düşünene kadar olaylar ilginç boyutlara geldi. 3 Temmuz'dan itibaren her şeyiyle, 7den 70e kulübüne olan bağlılığını gösteren insanlar var Fenerbahçe'nin içerisinde, ama olay kendi aile içi sorunlarımıza gelince; kimse taşın altına elini koymuyor, çözüm bulmaya çalışanlar da durumu daha içinden çıkılmaz bir hale getiriyorlar. Son dakikada kaçan şampiyonlukla, şike süreciyle futboldan yeteri kadar soğuduğumuz yetmiyormuş gibi, taraftarın heykelini diken adamı, 9 senedir verdiği emeği gözardı ederek, büyük bir vefasızlıkla kadro dışı bırakıyorsun. Alex bugün gider takımdan, yarın belki geri gelir başka bir görevle o ayrı bir konu; ama sen Alex'i kovarsan, Fenerbahçe'ye gönül veren binlerce kişiyi karşına alırsın. Sonra da takım mağlup olduğu saniyede herkes Alex olmayınca olmuyor diye konuşmaya başlar.

Aykut Kocaman'ın kafasındaki şablon benim de Fenerbahçe'de yıllardır görmek istediğim oyun şekli. Gel gör ki ne Sow ne Kuyt tek forvet oynayabilecek adamlar değiller. He sen 4-4-2 oynatmak istiyorum dersen, belki olur ama Avrupa maçlarında da çift forvet ve orta sahanın göbeğinde iki adamla harcanırsın. Takımın kondisyonu daha Türkiye Ligi'ndeki takımlara yetmiyor. Teknik taktik anlatana kadar ilk başta takımın güçlenmesini, 90 dakikayı çıkarabilecek kadar diri olmasını sağlamalı Aykut Kocaman. Sahada ayakta duramayan, sürekli sakatlanan oyuncular görmek istemiyor Fenerbahçe taraftarı. Gökhan Gönül iki sene önce Avrupa'nın ilk beş sağ bekinden biri olabilir diye düşündürtürken, şu an futbolunun en olgun zamanında ayakta duramıyor, orta yapamıyor, adam eksiltemiyor, savunma yapamıyor. Elindeki malzemeyi kullanmayı bilmezsen, eğitmeyi çalıştırmayı bilmezsen, kimi istersen getir bu takıma.

Bu sene bahaneleri olamaz Aykut Kocaman'ın. İstediği tüm oyuncular alındı, kadroya getirilen yabancılar ve geldikleri takımlar düşünüldüğünde, kağıt üstünde Türkiye'nin en iyi kadrosu oluşturuldu belki de. Şimdi eline son fırsatı da geldi. Alexsiz oynama hayaline de erişti. Bakalım, takım perşembe akşamından itibaren nasıl bir görüntü sergileyecek. Sonun başlangıcı mı olacak, yoksa yeni bir sayfa mı açılacak Fenerbahçe'de.

Ruhumuz Kadro Dışı


  1 Ekim itibariyle geldiğimiz sonuç; Alex’in kadro dışı kalışı (Quaresma mı bu adam?). Şimdi alternatif bir senaryo üzerinde düşünmeye davet ediyorum sizi. Sezonun başını düşünelim. Hazırlık kampı sürecinde, Alex’ten daha az yararlanacağız, gerektiğinde dinlendireceğiz gibi  açıklamalar geliyordu Kocaman cephesinden. Bu açıklamaları şöyle değiştirelim ve hayalimizde yeni senaryoya başlayalım; “Alex bizim gelmiş geçmiş en değerli birkaç oyuncumuzdan biridir. Burada olduğu süre içinde takım hep onun üzerinden oynamıştır ve son senesi olan bu senede de takım, yine onun üstüne kurulacaktır. Önümüzdeki sezon Alex’in son senesi, önemli bir vefayı ve saygıyı teslim etmek için, onu sağlıklı olduğu sürece ilk 11’de kullanıp, Fenerbahçe’deki kariyerini en güzel şekilde sona erdirmesini sağlayacağız” vs vs vs.... Bu senaryoda 3 ay boyunca basının konuşacağı konu; oyuncu klüpten büyük mü, oyuncular gelir geçer önemli olan klüptür vs. olacaktır ki bana göre şu an klüp içindeki herkesten daha büyüktür Alex.
 
  Peki bu senaryo gerçekleşmedi de realitede ne oldu? Alex oynamadı da klüp Şampiyonlar Ligi’ne mi girdi? Alex oynamadı da UEFA için en ufak ümidi olan taraftar mı var? Alex oynamadı da klüp 6 hafta sonucunda lig için umut mu verdi? Sportif direktörümüz Alex ile uğraşmasaydı ve hakettiği saygıyı teslim etseydi, daha kötü durumda olunmayacağı gibi en azından takımda huzur olurdu. Gelinen sonuçta ben Alex’e en ufak kızmıyorum. 2012-2013 senesi kupasız kapatılsaydı ama gelmiş geçmiş en büyük birkaç değerimizden biri korunsaydı, futbolun maddiyattan değerli olan maneviyatındaki kazanç oldukça büyük olurdu. Berbat yönetimi ile son 11 senesini harcamış Fenerbahçe klübünün, tek güzel öğesi, takımı ayakta tutan tek varlığıydı Alex. Duruşu, değerleri, temizliği ve yetenekleriyle, sahada benim yüzümü güldüren tek kişiydi yıllardır. Benim için Fenerbahçe’nin karakteri onun karakteriydi. O da bu yönetime, vefasızlıklarıyla ünlü bu millete fazla geldi.