Ağustos 30, 2010

Eskişehir 1 - 3 Galatasaray



Nereden başlanır bu takım hakkında yorum yapmaya?.. Kurulamayan sistem, iletişimsizlik, isteksizlik, beceriksizlik.. Saymakla pek bitecek gibi değil. Yönetiminden futbolcusuna, teknik direktörüne kimsenin kötü gidişe bir dur diyemediği; ne saha içinde ne saha dışında bir başarı belirtisi gösterebilen bir kulüp durumunda Galatasaray. Ticareti ön planda tutan bir zihniyet, basın önünde yönetime açık açık sitem eden açıklamalar pek alışık olduğumuz sahneler değildi bu takımda ama bu sezonki hangi olay ve sonuç Galatasaray gelenekleri ve tarihi çerçevesinde açıklanabilir ki..

Yaşanan sorunlar ortada ama çözümün nasıl ve ne şekilde geleceği konusunda bir fikir yürütmek çok zor. Takım için iki sezondur kabus olan bu deplasmanda bu durumda alınan galibiyet nefes almak ve sakinleşmek için çok iyi bir fırsat. Özellikle sakinleşme kısmı çok önemli hem taraftar hem camia açısından. Kulüpte inanılmaz bir panik havası hakim ve dibe doğru gidişi çaresiz bir şekilde izleyen herkes bu haftayı toparlanma amaçlı kullanmalı. İlk üç haftaya nazaran çok daha kolay bir döneme giriliyor ve iyi bir havayla işlerin olumlu şekilde tersine dönmesi mümkün. Bu demek değil ki işlemez durumdaki orta saha aniden takır takır top oynamaya başlayacak veya sakatlıktan bir türlü çıkamayan oyuncular yeni sağlık kuruluyla bir anda istikrar abidesine dönüşecek. Takımın durumu ne göründüğü ve anlatıldığı kadar beter ne de bir galibiyetle güzel düşüncelere dalınacak kadar iç açıcı. Zor olan gerçekleşir ve alınması düşünülen oyuncular takıma ultra hızlı adapte olur; mevcut futbolcuların form durumu da iyiye giderse (daha kötüye gitmesi zaten pek mümkün görünmüyor) bir ay sonra daha farklı bir Galatasaray konuşuyor olabiliriz.

Maça dönersek geçen hafta Sami Yen'deki takımın biraz kötüsü hafta içinde Ukrayna'daki takımın daha iyisi vardı Eskişehir'de. Karpaty Lviv maçındaki futbolun hayatımda görüp göreceğim en kötü Galatasaray olduğu kanısındayım bu arada.. Yine ilerde var gücüyle çabalayan Baroş, bir şeyler üretmeye çalışan Arda, malum orta saha üçlümüz ve bu takıma nasıl alındığını hele nasıl ilk 11 çıktığını hiç çözemeyeceğim Ali Turan takımın değişmeyen yönleri. Değişenler maç içinde gelişen anlık olaylar. Bir anlık konsantrasyon eksikliği, rakibin o gün gününde olup olmadığı veya anlık bir futbolcu becerisi... Takım için ümitli olmamızı engelleyen en büyük etken bu işte. Galatasaray sahaya bir sistem koyarak oyunu rakip sahaya yıkarak pozisyonlar kaçırarak bir maç oynamış değil sezon başından beri. Pas trafiğinde öyle bir sıkıntı ve kopukluk var ki insan aynı futbolcuların bir tam sezonu beraber geçirdiğine inanamıyor daha doğrusu inanmak istemiyor. Bu numara ve takımı sabit bloklara ayırma işini sevmem fakat Galatasaray benim gözümde 4-2-3-1 oynat diye bağırıyor ama belli ki 4-3-3 değişmeyecek o sebeple Rijkaard ne yapıp ne edip sistemi geliştirecek ve işler hale getirecek bir şeyler bulmak zorunda.

Yine öne geçtik, yine skoru koruyamayıp kaleci hatasından bir gol yedik ama bu sefer kişisel beceri yeterli oldu ve takım maçı çevirmeyi başardı. Bu kaleci konusunda da bir şey yapılmayacaksa (transfer) Ufuk kesinlikle ilk tercih olmalı. Her ikisi de kötü kaleci her ikisinin de hatalı gol yeme konusunda sıkıntısı yok ve Ufuk Aykut'tan 4 yaş daha genç. Sırf bu düz mantık bile kendini geliştirme şansı daha yüksek olan Ufuk'a şans verilmesi gerektiğini gösteriyor. Çizgiye yapışık oyunu ve uzaktan şutları sektirme gibi üstün kabiliyetleriyle sivrilen Aykut az da olsa verilen şansları kulanamayarak Galatasaray kalesi için sırasını savmış ve Recaro'lara tam dönüş yapmıştır bence.

Puan için üç hafta beklemek alışıldık bir durum değil ama sonuç olarak ilk galibiyet alındı. Eksikler belli ve iki galibiyet iki transferle kapanamayacak kadar derin. Yine de 1 Eylül'ü beklemek ve sezonu devam ettirecek kadroyu görüp onun üzerinden konuşmak daha sağlıklı olacaktır. İşkencenin bitmesine 2 gün kaldı..

Ağustos 29, 2010

Ricardo Quaresma


Az önce CNN Türk'te Sınırsız Futbol programında Beşiktaş'ta attığı golleri gösterdiler. Adam atıyor beyler. Uzaktan sektiriyor vuruyor, dönüp vuruyor, yürüyüp vuruyor, vuruyuor da vuruyor. Türkiye'ye gelmiş en yetenekli futbolculardan biri. Beşiktaş yönetimini tebrik etmek lazım. Ramazanın bitip Reina'nın açılmasıyla performansı düşer mi göreceğiz ama geldiğinden beri her maçta iyi şeyler yapıyor bu adam. 5. haftada Fenerbahçe deplasmanına geldiklerinde canlı izleme fırsatı bulacağım, o zaman daha detaylı bir yorum yapmam mümkün olacaktır.


Umarım Porto'dayken Beşiktaş'ı yıkan adam bu kez Beşiktaş formasıyla Porto'yu yıkar da şu günlerde devamlı üzüldüğümüz Avrupa arenasında milletimizin yüzünü güldürür.


Gollerinden sonraki ukala bakışlarıyla hadi hadi dercesine yaptığı hareketi de çok karizmatik açıkçası, çarşı nasıl da çıldırıyordur.

Paok Sonrası, Manisa Öncesi

Fenerbahçe, kanımca çok iyi mücadele ettiği, maçı kazanmayı arzuladığı maçta Yunanlılara elenmekten kurtulamadı. Bu maç hakkında bir şeyler söylemek yerine bundan sonra ne yapılmalıya yönelmeliyiz. Aykut Kocaman'ın oynatmaya çalıştığı futbol hızlı ve çabuk bir oyun. Yeni yapılan üç yabancı transfer de bu çabuk oyuna uygun, atletik ve hızlı oyuncular. Maalesef, henüz orta sahanın göbeğine ve stopere transfer yapamadı Fenerbahçe ve Avrupa kupalarına vedaları da bu eksikler yüzünden yaşadı. Kalan iki günde oyuncu alınır mı göreceğiz.


Yunan taraftarının çok ateşli ve takımı etkileyen yönüne doğal olarak hayran kalmış olmama rağmen, tribünde açılan pkk bayrağı, ve maraton alt tribüne doğru roketatar hızında fırlatılan havai fişeğimsi maddeler nasıl olur da o stada sokulur, nasıl olur da bu eylemler gerçekleştirilirken !Türk! polisi bu olaylara müdahale etme yetkisine sahip olmaz anlam verebilmiş değilim.


Bundan sonra, lige ve Türkiye kupasına konsantre olmaya çalışacak bir takım görüntüsü beklenen Fenerbahçe, bugün son kez seyircisiz bir maç olmasını dilediğim Manisaspor karşılaşmasına çıkacak. İki takımı kadro kalitesi olarak karşılaştırdığımda, Antalyaspor maçına çok benzer bir karşılaşma bekliyorum. Kalede Volkan yok, Gökhan Gönül'ün oynayıp oynamaması da henüz belli değil. Yabancıların hepsi hazır durumda ve yedek oturacak iki yabancı kimler olacak merak konusu. İlk aday sakatlıktan yeni çıkan Dia iken, yanına Cristian veya Bilica'yı yollamak en mantıklı hareket olur. Bu iki futbolcunun Fenerbahçe takımında nasıl oynayabildiğini anlamak çok zor. Cristian, Aykut hocadan torpilli deniliyor ama Aykut Kocaman, Alex'i yedeğe çekerek kim lazımsa ve kim formdaysa onu oynatacağının mesajını verdi. Zaten bu sene Fenerbahçe'de temizlik yapılıyor havası hakim. Savunma ve ön liberoya da birer yabancı alınırsa, bu temizliğin tam anlamıyla yapıldığı da açıkça gözler önüne serilmiş olur, ama sanmıyorum ki Avrupa kupalarından elendikten sonra transfer yapılsın. Bu Fenerbahçe'de her zaman böyle oldu. Eksik bölgelere oyuncu almadan tur atlamaya çalışıldı ve elendikten sonra da transfer yapılmadı. Bu sene de en azından devre arasında kadar aynı politikayla devam ederler gibi gözüküyor. Gerçi Aykut hoca stoper alınacağını dile getirdi ama gizlice yürütülen bir çalışma yoksa son dakikada beklentileri karşılamayacak bir futbolcunun alınmasının lüzumu yok.


Doğru bir yapılanmaya girişmek önemli ancak bu değişimin sonunu getirebilmek daha önemli. Taraftara böyle zamanda görev düşüyor. Bir senede Avrupa'da oynamamayı göze almalılar, yapılan transferlerin ve benimsenmeye çalışılan oyun felsefesinin doğru olduğunu görmeliler. Dahi Daum'a uzun süre tahammül etmiş olan insanlar olarak, Aykut Kocaman'ın üstünde baskı kurmayıp ona zaman tanımalılar. Aykut hocaya benim güvenim var, en azından bir oyun felsefesi var, oyuna zamanında müdahale etmeye çalışıyor, kenarda her ne kadar durgun bir şekilde dursa da oyunu izleyip hamleler yapıyor. Geçen senelerdeki hocalar göze alındığında, bazı şeyleri Zico'dan sonra en doğru yapmaya çalışan teknik adamın Aykut Kocaman olduğunu görmezden gelmeyelim. Biraz sabır her şeyi çözecek, işlerin yoluna girmesi için sadece zamana ihtiyaç var. Fenerbahçe iyi yolda.

Ağustos 06, 2010

Fenerbahçe - Young Boys eşleşmesi

Eşleşmenin iki maçını da izledim. İlkinde Amerika'daki yurt odamda sabah saat 11 buçuk suları olduğu için, maçı uyuklayarak izledim, daha doğrusu uyuttular. Hiç bu kadar kötü bir Fenerbahçe, ruhsuz futbolcular, pres yapmaktan aciz bir takım görmedim. Artık koşmadıkları zaman bireysel yetenekleriyle de öne çıkamayan bir takım görüntüsündeydiler. Tabii ki maçın deplasmanda oluşu, ilk resmi maç oluşu ve alınan 2 gollü beraberliğin Fenerbahçe'ye İstanbul'da turu getirecek skor olduğuna inandığım için çok da üzülmedim.


Futbolcular hakkında tek tek yorum yazacak herhangi bir durum bile söz konusu olmadı. Pozisyon fakiri bir takım hüviyetinde, bitse de eve gitsek diye düşünen 11 tane adam vardı sahada adeta. Zaten 11 kişi de tamamlayamadılar müsabakayı. Nasıl bir disiplinsizliktir anlayamadım. Sen, bir önceki sene Fransa'ya kiralan, orada burada gördüğün ilginin 10 da 1 ini bile göreme. Sonra geri gel, camia yine seni kabul etsin, sağ kanadı taşır diye düşünsün, sen kalk ilk maçtan kırmızı kart gör. Hem de aptalca bir kırmızı kart. Maçtan sonra da çık de ki, hakemin yorumu bu yönde oldu, isterse kartı çıkarmayabilirdi. Arkadaşım hiç mi kurallardan, hakemlerden haberin yok? Tabii ki bütün yükü Kazım'a yüklemenin alemi de yok. Topa vurmaktan aciz kişilerin, futbolcu diye Türkiye'nin en büyük klüplerinden birinde futbol oynuyor olmalarına tahammül eden, baştakilerin kabahati daha büyük.


İkinci maça gelecek olursak, 30 derecelik sıcakta 45000 kişiye yakın bir kalabalık stadı doldursun. Rakip İsviçre liginden, yaptığın iki transferden daha ucuza malolmuş bir takım, ama aslanlar gibi mücadele edip koşuşturuyorlar. Defansta oynattığın dörtlü kadar da yeteneksiz kimseler yok rakipte. Top yapıyorlar, duvar pası yapıyorlar, pozisyona giriyorlar. Çok şükür hepsi birer Guiza da maç 5lik olmadı. İlk maçtaki kadar fazla pozisyon bulamamış olsalar da süper (!) defansımızı yine darmadağın ettiler.


Maçı alıştığımız üzere 1 kişi eksik tamamlıyordu Fenerbahçe. Hakemin gözünün önünde bu kadar bariz bir sahtekarlığı yapma hakkını, daha ikinci maçtan kim verdi acaba bu yeni arkadaşımıza? Çok yetenekli, ayaklarına hakim, kat ediyor, vuruyor eyvallah, ama zaten takım top oynamıyor bir de arkadaşlarını böyle ucuzca bir hareketle yalnız bırakmaya ne hakkın var? Tabii ki burada da kurban Stoch değil.


Aykuyt Kocaman'a bu kadar yüklenmenin alemi yok. Herr Daum'a bir sene sabreden adamlar, kendi evladımız dedikleri Aykut'a da aynı şansı vermezlerse hata ederler. Aynı Rıdvan'a olduğu gibi olur sonu, yazık olur. Kadro konusunda Aykut hocaya kızmanın lüzmu yok, elinde olan malzemenin hepsini kullandı. Tek anlamadığım nokta, madem Gökhan Gönül oynayacak durumda neden baştan oynatmadı, belki golü yemezdik, yorulursa sonradan değiştirirdi adamı. Sakatlar iyileştiği zaman takım biraz daha oturacak buna yürekten inanıyorum. Bir de göbekli Santos o göbeği eritene kadar kale arkasında koşsun, Caner de onun yaptığı kadarını yapar zaten.


Netice itibariyle olan yine cefakar taraftara oldu. Her sene aynı filmi seyretmekten sıkılmayan yöneticiler, gerekli transferi bir üst tura çıkınca yapmayı bekleyip, elenilen her turdan sonra istifaya davet edilmelerine rağmen, büyük bir özgüvenle ağızlarını açmadan oturuyorlar. Fenerbahçe klübü bir şirket değil, bir camiadır. Kendi şirketlerinizi yönettiğiniz gibi yönetmeye kalkarsanız, klüp bol bol para kazanır belki ama herhangi bir sportif icraat göremeyiz. En çok yatırım yapılan ve Türkiye'de en göz önünde olan branşın, klüp içerisindeki diğer branşlara göre en başarısızı olması da, futbol takımının yeteri kadar iyi yönetilmediğini belki de takıma yeteri kadar özen gösterilmediğini açıkça gözler önüne seriyor.


Transfer konusuna da bir parantez açmak istiyorum. Forvet almanın peşini bırakmıyorlar. Peki senin elinde Guiza, Semih, Gökhan Ünal, hatta belki Deivid var. Deivid ve Guiza'yı satıp bir tane sağlam forvet alacaksan tamam, ama Fransa liginde oynayıp 18 gol atmayı anca başarabilmiş bir adamı ya da; kariyeri boyunca bir sezonda en fazla 13 gol atmış, yaşı 23 gözükse de kemik yaşının 28 olma ihtimali çok yüksek bir adamı neden kovalarsın? Bu takımın forvetten önce Lugano'nun yanına iyi bir stopere ve Emre'nin yanına iyi bir ön liberoya ihtiyacı var. Baroni ile Bilica ile bu takım Türkiye'de de iş yapamaz. Golü şu anki kanat futbolcularını göz önünde bulundurunca atmamak imkansız. Yıllardan beri ilk kez gerçek kanat oyuncuları var takımda. İyi bir Semih, birkaç maç üstüste oynayacak Semih bu takımda gayet yeterli sayıda gol atar. Tek yapması gereken form tutmak.


Umarım, biraz akılları başlarına gelir de en azından Avrupa Ligi'ne biraz değer verip iki tane kaliteli oyuncu transferi yaparlar da iki hafta sonraki mücadelede de rezil olmayız. Sadece Fenerbahçeli kimliğimize değil, Türk kimliğimize de zarar veriyor Avrupalılara karşı alınan bu mağlubiyetler. Stadı dolduran binlerce renktaşa biraz daha saygı göstermenin zamanı gelmedi mi artık?


Not: Amerika'da futbola aç kaldık, geri dönüşümüz güzel olur diye umuyoruz, artık blogu yalnız bırakmak yok.

Haziran 29, 2010

Favoriler Devam Ediyor




Elemele turlarının başlamasıyla dünya kupası da ilk maçtan beri hakim olan keyifsiz futbolu bir kenara bırakmış; ölü toprağını üstünden atmış gibi duruyor. Gruplarda iki takım arasında genelde daha büyük güç farkı olmasına rağmen 48 maçın sadece 17'sinde 3 gol ve üstünü görebilmiştik. 5 ve üstü ise sadece 3 kez izlenebildi. 2. turda ise tablo oldukça farklı.. Oynanan 6 maçta alt yok ve gol ortalaması 3,5.

Öncelikle yarı final eşleşmelerine bakarsak görünen ( 4. eşleşme muhtemelen İspanya karşısına Paraguay veya Japonya) iki çok baba, bir favorisi belli, bir de sürpriz eşleşme. Brezilya'nın da turnuva şansı final yollarında büyüklerden sadece Hollanda var. Öte yanda örneğin Almanya'nın final yolu eğer gidebilirlerse yüksek ihtimal İngiltere, Arjantin, İspanya şeklinde.

2. Tur maçlarına baktığımızda Uruguay - Güney Kore eşleşmesinde Suarez Hollanda ligi golcüsü olmadığını kanıtladı. Hem ülkesini çeyreğe götürdü hem de turnuvanın akılda kalıcı gollerinden birine imza attı. Ghana - Amerika maçının tek özelliği turnuvanın uzatmaya giden tek maçı olması benim gözümde. Amerika çeyreği görseydi ''Ne soccer'ı football bunun adı ne anlarsınız yankiler'' modundaki İngilizlere güzel kapak olurdu o ayrı.

Asıl üstüne yazılası maçlar 2. turun 2. günü.. Almanya - İngiltere milli seviyede oluşabilecek en büyük rekabetlerden biri. Yanına 3 tene daha anca yazılır. Bir tarafta tecrübe akan, Avrupa'nın zirve liginin zirve topçularının toplandığı teker teker baktığında mükemmel ama sahada bir o kadar kötü duran bir takım. Karşılarında da her zamanki turnuva geleneğiyle ve takım oyunuyla Almanlar. Turnuvanın en genç takımı, tecrübe eksikliği falan hikaye oluyor. Ekol böyle bir şey işte.. Adamlar turnuvaya başladı mı bambaşka bir havaya bürünüyorlar ve bu saatten sonra sonuna kadar gitmeleri de kimseyi şaşırtmaz. Bu Mesut da bize çok diz dövdürür daha. Ayrıca görülen o ki bu tempo ve futbol tarzında futbolcuların zirve yaptığı yaşlar 28 29'lardan 25'lere inmiş gibi. En büyük takımlarda kiminin beyni kiminin yıldızı 22-23 yaşında bizde ''genç topçu'' sınıfında olacak isimler. Maça geçersek en önemli hadise tabii ki 66'nın rövanşı. Futbola teknoloji karışsın mı tam emin değilim ama 44 sene önce dünya kupasının sahibini belirleyen problem hala çözülemediyse bence artık bir şeyler yapılmalı. Bu maçın sonucunu etkiledi mi bilinmez Almanlar maçın genelinde daha iyiydi ama fubol bu 2-2 olsa bambaşka şeyler görebilirdik. Ama sonuçta hakeden aldı, gelenek sürdü ve Almanlar İngilizleri eleyerek çeyrek finalde.

Rakip Arjantin oldu.. Buraya kadar önlerine gelen herkesi çok kolay geçtiler. Maradona da bu gazla turnuva öncesi sallayanlara bol keseden iade yapıyor ama Almanya modeli bir orta sahaya karşı ne yapacakları hala muamma.. Bu turda da biri defans biri hakem hatasından iki golle maçı koparıp rahatız imajı çizdiler. Ama işte Almanya'nın aksine Tevez'in golünde olduğu gibi yoktan gol yaratma yeteneğine sahip çok isim var, biri gününde değilse bir diğeri mutlaka sahneye çıkıyor. İki zıt takım karşı karşıya ve çeyrek finalin en enteresan eşleşmesi bu olabilir.


Eskiden olsa en keyiflisi Hollanda - Brezilya derdim ama hem turnuva öncesinde hem de turnuva da gördük ki iki ülke de kendi stillerinin dışına çıkarak daha temkinli oynayan ve defansa daha fazla önem veren takımlar kurmuşlar. Robben tam olarak dönmüş gözüküyor; başta Hollanda olmak üzere bütün izleyiciler için iyi haber.
Şili oldukça hafifi geldi Brezilya'ya.. Takım olma işini iyi çözmüşler, Kaka formunu buluyor, Robinho her zaman olduğu gibi milli takımda yine etkili (goldeki vuruş mükemmel), Fabiano gol kırallığına oynuyor, bekleriyle kalecisiyle yenmesi oldukça zor bir ekip. Hollanda 98 yarı finalinin rövanşını almak peşinde ve turu geçmek istiyorsa turnuvanın en iyi performansını vermek zorunda. Brezilya da burdan sonra yolun açık olduğunun farkında, en ciddi rakibiyle oynadığının bilincinde çıkacaktır maça.


Şu ana kadar gruplar sonrası maçlar beklentileri boşa çıkarmadı. Bundan sonra da turlar ilerledikçe, heyecan arttıkça daha iyiye gidecektir. Yarın da gözler haliyle Portekiz - İspanya maçında; keyifli maçlar devam etsin biz de dört senede bir gelen turnuvanın keyfine varalım artık.

Haziran 26, 2010

Daum'dan Kurtuluş, Yuvaya Açılan Kapı ve Ufak İzlenimler

En son yazımda söylediğim gibi yurt dışında olduğum için blogu saldık. Rivelino'nun da ilgisizliğini göz önünde bulundurunca, yeni postlar göremez olduk.


Medyayı sadece internetten takip edebildiğim için, ülkede neler oluyor pek bir fikrim yok, zaten saat farkı da iletişim için büyük bir engel. Netice itibariyle Herr Daum'dan kurtulmuş olmamız, neresinden bakarsak bakalım, bir tek Fenerbahçe açısından değil, tüm Türk halkı için hayırlı bir olay. Oynattığı 1-0 olsun bizim olsun futbolu, Fenerbahçe gibi Türkiye'nin en büyük klüplerinden birini antifutbol diye tabir edilebilecek seviyede, zevksiz ve izlenilesi olmayan bir futbola yöneltişi camianın adına yakışmıyordu. Gidişi kesinlikle hayırlı olacaktır.


Aykut Kocaman'a gelecek olursak, Ankaraspor'da güzel işler yapmıştı. Şimdi elinde daha kaliteli bir kadro var. Stoch'u da kendi gidip izledi ve takıma kazandırdı zaten. Önümüzdeki günlerde artık yeni transferleri de duyunca takımın şekli netlik kazanır ve Aykut hoca da bu kadroya göre takımı oluşturmaya başlar ufak ufak. Tek korkum Türk hoca ve camianın içinden gelen bir hoca olması. Örneklerini çok yaşadık, 2 tane farklı mağlubiyette tazminat sıkıntısı olmadan bavulu toplatıp gönderilenleri çok gördük. Umalım Aykut hocanın başına da bu gelmez. Aykut Kocaman, Oğuz Çetin ile birlikte benim yaşımın yetip gördüğüm en efendi iki insandan biridir. Duruşuyla, Fenerbahçe klübüne yakışacaktır ve kuracağı kadroyla da, büyük ihtimalle şampiyonluğa oynatacaktır takımı.


Herkes açısından hayırlı bir değişiklik olmasını umalım. Transfer dönemi biraz daha hareketli geçerse daha da sevineceğiz. Bildiğim kadarıyla çok büyük bir transfer yok. Quaresma ve Stoch hariç. Quaresma da Türkiye'de iyi iş yapar, Beşiktaş'a gelmiş olsa da, ülkemizde 2. Lincoln vakası görmeyi istemem.


Los Angeles izlenimlerim de olumlu yönde sayılabilir. UCLA inanılmaz büyük bir üniversite. Kampüs devasa geniş, içinde hastanesi bile var. Sokaklar çok kalabalık. Trafik İstanbul trafiğini hiç aratmıyor. Zaten hız sınırlaması da tatsız denilebilecek seviyede. Hava beklediğimizden soğuk. Akşamları çok esintili oluyor özellikle. Yakın zamanda fotoğraflarla bir post atmayı düşünüyorum. Kalın sağlıcakla

Haziran 17, 2010

Arjantin 4-1 Güney Kore


Sınavlar, gitme hazırlıkları derken ihmal ettik yine blogu. Sınav saatleri öyle dengesiz zamanlarda oldu ki, maçları bile takip etmeme engel oldu. Zaten turnua başından beri öyle mükemmel maçlar da izleyemedik, çok bir şey kaçırmış sayılmam.


Arjantin, Nijerya karşısındaki isteksiz görüntüsünden uzak, daha fazla hücumu düşünen ve rahatlıkla maçı alabilecek seviyede bir top oynadı bugün. Topun kontrolü sürekli olarak ellerindeydi ve Güney Kore sadece kontrataklarla gelebiliyordu üstlerine. Çok yüksek yüzdeli top hakimiyetine rağmen ilk yarı 2 gol atmış olmaları bizleri yanıltmasın, çünkü 2 gol de gereksiz yere yapılan faullerden geldi. İlk gol zaten evlere şenlik, ikinci gol deseniz defans yok sanki Kore'de. Yedikleri golde de, Arjantin savunmasının ne kadar hataya müsait olduğunu gördük. Samuel'in sakatlığı bu maçlık onları etkilememiş olabilir ama ilerleyen maçlarda oynamazsa sıkıntı yaratabilir. Heinze defansın ve hatta takımın en iyisiydi. Higuain, boş boş pozisyonlarda Guizavari hareketler yapıp topa takılıyor, yere düşüyor, ama golcü. Ben forvet hakkımı her halükarda Milito'dan yana kullanırım ya o ayrı.


Güney Kore ikinci yarıda skor 2-1 iken mutlak bir golü kaçırdı. Onu atmış olsalar Arjantin bu kadar kolay 4ü bulur muydu bilinmez ama haklı bir galibiyet aldılar ve gruptan çıkmayı büyük ölçüde garantilediler. Yunanistan'ın hem Nijerya'yı hem Arjantin'i yeneceğini düşünmek saçma olur. Güney Kore, biraz daha derli toplu oynamayı başarıp, defanstaki bireysel hataları önlerse Nijerya'yı yenerek bir üst tura çıkabilirler. Hatta bugünkü maçın skoruna göre, beraberlik bile onlara yetebilir.


Bir parantez de Messi'ye açmak istiyorum. Forvet hattına biraz uzak mı kalıyor, yanındaki oyuncularla mı yeteri kadar anlaşamıyor bilemiyorum, ama Messi'yi hiç bu kadar durgun görmemiştim. Bir iki pozisyonda güzel paslar dağıtıp arkadaşlarını oynatmayı başarmış olsa da, hala sükse yapacak bir Messi'yi bekliyoruz.


Not: Cumartesi günü itibariyle, yazılarım futboldan çok Los Angeles'ta geçireceğim günler hakkında olacak. Orada fırsat bulursam, dünya kupası maçlarını seyretmeye çalışacağım, ancak saat farkı dolayısıyla çok kolay olmayacak gibi gözüküyor bu. Sizlere biraz da futbol dışında bilgi vermiş oluruz en azından. Kalın sağlıcakla..

Haziran 15, 2010

Dünya Kupası Grup H


Grup, şampiyonanın en zevksiz grubu mu yoksa en renkli grubu olmaya mı aday karar veremiyorum. Bütün takımların kadrolarında, oyunu sürükleyip taşıyabilecek oyuncular mevcut, ancak iş yapabilecek kapasiteleri var mı bilemiyorum.


İspanya'yı konuşmaya gerek duymuyorum. Grup maçlarında 3te 3 yapması garanti olan tek takım benim gözümde. Guiza'dan yoksun kadronun gol yollarında sıkıntı çekmemesini dileyelim.


Honduras, Türkiye maçında izlediğim kadarıyla fena takım değil, ama orta sıra takımları havasındalar. Figueroa, Wilson Palacios ve David Suazo dışında çok da üst düzey oyuncuları yok. Grubun en zayıf halkası olmaya adaylar.


İsviçre, Fransa'dan sonra hiç başarıya ulaşamamasını dilediğim 2. takım. Kağıt üstünde Şili ve Honduras'tan daha güçlüler. Çoğu futbolcuları, takımlarında banko oynayan ve aynı zamanda da iyi sezon geçirmiş tecrübeli isimler. Grupta ikinci sıranın en büyük adayı. Kadrodaki iki Türk'ü nasıl elimizden kaçırdığımıza, aynen Mesut gibi çok üzülebiliriz turnuva sırasınca.


Şili'ye gelecek olursak, kesinlikle Honduras'tan daha kaliteli bir kadroya sahipler, ama İsviçre'ye kafa tutmaya yeter mi? Belki. Orta sahada Beşiktaşlı Tello, oynarsa takımın lideri rolünde olabilir. Tek tek bakıldığında, yetenekli oyuncuları var, Güney Amerika'da gruptan ikinci çıktılar ve rahat çıktılar. Arjantin'in olduğu grupta iyi bir iş başarılmış demektir, ama kupa tecrübesi önemli bir faktör. İsviçre'ye karşı elemelerdeki rahatlıkla oynayabilirse, en azından bir üst turu görebilirler.


Umalım da zevksiz futbol izleyeceğimizi düşündüğümüz bu gruptaki takımlar, güzel futbol oynayıp, Hollandalı, Fransız, İtalyan ve Arjantinli abilerine gözdağı versinler. Keyifli futbol görmeyi diliyorum. İspanya 9 yapar, yanına da İsviçre ya da Şili'yi alıp devam ederler.

Haziran 13, 2010

Dünya Kupası Grup G



Geldik G grubuna. Turnuvanın en çok keyif ve çekişme vadeden nam-ı diğer ölüm grubu.. İlk iki için kapışan Brezilya, Portekiz be Fildişi sahillerinin yanında turnuvanın bahtsızı Kuzey Kore. Drogba tam kapasite oynayabilecek duruma gelirse maçlar gerçekten tadından yenmez.

Ebedi favori ve dünya kupasının olmazsa olmazı ile başlayalım.. ''Ronaldinho'suz Dünya Kupası mı olur be Dunga'' dedikten sonra turnuva için favorimin Brezilya olduğunu da belirteyim. Kalede şu anda dünyanın bir numarası, yine dünyanın en iyi bekleri, Lucio'su, Kaka'sı, Robinho'su, Fabiano'su ve tabii ki bu takımda nasıl bu kadar etkili olduğunu bir yıldır çözemediğimiz Elano'su ile 2006'dan daha az favori ama daha takım olabilmiş bir Brezilya var bu turnuvada. Elemeleri lider bitirerek geldiler ve golcü kimliklerinin yanında 18 maçta 11 gol yiyerek savunma yönünde sıkıntıların azaldığını da gösterdiler.

Geçelim Portekiz'e.. FM terimiyle teknik açıdan kuvvetli ama mental yönden bitik kanat oyuncularının diyarı.. Tek tek bakıldığında oldukça etkili oyunculara sahipler ve takım halinde hareket edebilirlerse yarı final çok da sürpriz sayılmamalı. Defans böyle turnuvalarda gittikçe önemli hale gelirken Pepe - Carvalho göbeği ve sağlam bekleriyle güven veren bir arka hatta sahipler. Ronaldo oldukça iyi bir sezon geçirdi. Son avrupa şampiyonasında yalan olmuştu ve bu kez sezon boyunca Messi'nin gölgesinde kalmanın da etkisiyle ekstra hırslı olacaktır, etkili performanslar görebiliriz.

Bu ikiliyi zorlayacak takım Fildişi Sahilleri. Turnuvada en sevdiğin takım sorusuna cavabım bu ülkedir. En önemli nokta Drogba'dan gelecek haber.. Turnuva öncesi bir çok takımı vuran sakatlıklardan belki de en büyük darbeyi aldı Fildişi. Takımın herşeyi ve turnuvanın en büyük yıldızlarından biri oynayamazsa ister istemez üzülüyor insan. Drogba 4 Haziran'da kolunu kırdı ama insan azmanı olduğundan ilk maçta bile oynayabilir deniyor. Rooney koltuk değneğiyle gezerken bir hafta sonra Bayern maçına çıkmıştı, Drogba da 10 günde kırık kolu iyileştirip oynarsa şaşırmam. Takıma geçersek Portekiz'in Afrika versiyonu gibi Fildişi.. Avrupanın zirve takımlarında oynayan çok sayıda üst düzey oyuncuya sahipler ancak iş turnuvaya gelince sonuç her zaman hayal kırıklığı. Son Afrika Kupası'nda çeyrekte kaldılar. Onlar da başarılı olmak istiyorsa takım olmanın bir yolunu bulmak zorundalar.

Kuzey Kore bildiğin kapalı kutu.. 2. kez dünya kupasına katılıyorlar ve ilk seferde hiç de fena işler yapmamışlar. 1966'da İtalya'yı yendikten sonra 3-0'dan 5-3 (Eusebio 4 tane atmış) Portekiz'e yenilerek çeyrek finalde elenmişler. Bu sefer gruplardan ileri gitmeleri futbol mucizesi olur.

Favori gösterdiğim takım, en sevdiğim takım ve en sevmediğim adamın takımı aynı grupta olunca gönülden geçen belli; Brezilya 1, Fildişi 2 olup çıksınlar. Gerçek sonucu kestirmek ise gerçekten çok zor. Kuzey Kore maçlarını 3 takım da hafife alacaktır, gününde bir Kore bir beraberlik koparırsa diğer takım için 3. yolu gözükür. Onun dışında aradaki maçlar beklenen keyfe ve futbola sahne olsun bize yeter.

Dünya Kupası Grup F



Bu grupta E grubunun tersi bir durum söz konusu. Son şampiyon turnuvanın nispeten kolay gruplarından birinde yer alıyor ama onların tarzı da Hollanda'nın tersine her zaman gruplarda zorlanıp sonrasında bir şekilde en azından yarı finali görmek. Ayrıca takımlar daha çok defansif mentaliteyi ön planda tutan takımlar ve oldukça kısır maçlara gebe bir grup.

İtalyanlar elemelerden namağlup geldi ancak turnuva öncesi hazırlık maçlarındaki sinyaller hiç iyi değil. Pirlo'nun yokluğu takım için çok önemli ve bu yapıda başka bir oyuncuya sahip olmamaları takım organizasyonunun oldukça aksamasına yol açıyor. Ancak takımın asıl gücü savumada ve üst turlarda bu üstünlük daha da önemli hale gelecek. Takım son Dünya Kupası'nda biri penaltıdan, biri de kendi kalesine olmak üzere iki gol yemişti ve amaç bu turnuvada da benzer bir performans sergilemek.

Slovakya turnuvada iş yapabilecek takımlardan biri ancak tek sıkıntıları Dünya Kupası'na ilk kez katılıyor olmaları sebebiyle gelen tecrübesizlik. Onlar da İtalya gibi eleme grubunu lider bitirerek turnuvaya geldi ve her mevkiide üst düzey denilebilecek oyuncuları var. Skrtel sezonun ikinci yarısında sakattı ve ne kadar hazır olduğu meçhul. Ama daha önemli bir isim var ki o da Marek Hamsik. Takımın tartışmasız yıldızı ve nasıl bir turnuva geçireceği ülkenin de turnuvadaki kaderini belirleyebilir. Ve tabii ki Miroslav Stoch.. Genç yetenek bir haftadır spor sayfalarının bir numaralı malzemesi ve ne düzeyde olduğu herkes için merak konusu.

Paraguay da elemelerdeki performansını turnuvaya taşırsa grupta iddialı olabilir. Hem Brezilya'yı hem de Arjantin'i yenmeyi başardılar ve grubu Brezilya'nın sadece br puan arkasında tamamladılar. Defansları oldukça organize ve ilerde de Santa Cruz ve Cardozo gibi isimlere sahipler. İlk maçları İtalya ile ve bu maçtan alacakları bir puan gruptan çıkma yolunu açacaktır.

Yeni Zelanda turnuvadaki takımlar arasında en uzak olduğum üç ekipten biri (Cezayir, Kuzey Kore). O yüzden kadro analizi veya etkili oyuncu göstermek zor. İkinci kez bir dünya kupasında yer alıyorlar ve amaçları geçen turnuvadan farklı olarak eve puanla dönebilmek.

İtalya turnuvalarda sonradan açılan bir ekip - hiç açılmadan şampiyon da olabilir o ayrı - o yüzden Paraguay'la başlamaları sıkıntı yaratabilir. Yine ite kaka gruptan çıkacakları düşüncesindeyim. Paraguay ikinci turu gören diğer takım olma yolunda sanki daha avantajlı. Yeni Zelanda ise umarım en azından bir puan çalabilir ama normal şartlarda haka dansı turnuvaya tek katkıları olacaktır.



Haziran 12, 2010

Dünya Kupası Grup E



Keyifli geçeceğini düşündüğüm gruplardan biri E grubu. Hollanda herkesin bildiği gibi grubun mutlak favorisi. Zaten her turnuvada gruplarda şov yaptıktan sora üst turlarda harcanıp akılda güzel futbollarıyla kalan takım olarak anılırlar; o yüzden grupların sıkıntı olacağını sanmıyorum, asıl önemli olan daha sonra ne yapacakları. Eleme gruplarından 8'de 8 ile geldi Portakallar ve Robben'in ilk maçtan itibaren oynayabilecek duruma gelmesi şanslarını arttırıyor.

Asıl mücadele ikincilik için.. Japonya pek etkili olamaz düşüncesindeyim ama Danimarka ve Kamerun arasındaki çekişme gerçekten keyifli olacaktır. Kamerun Afrika Kupası'nda çeyrek finalde elenerek hayal kırıklığı yaratmıştı ama turnuvalarda sürpriz yapma potansiyeli her zaman var Afrika temsilcisinde. Ayrıca ev sahibi ile aynı kıtada olması aldığı desteği de arttıracaktır. Song, Geremi, Hamidou gibi tanıdık yüzlerin yanında; Kameni, Bassong, Assou-Ekotto, Jean Il Makoun ve tabii ki Eto'o gibi isimlerle gruplardan çıkmaya yetecek bir kadro kalitesine sahipler.

Danimarka ise tek tek önemli isimlere sahip olmaktansa çok iyi oturmuş bir takım olgusuna güvenen ve gücünü takım oyunundan alan bir ekibe sahip. Savaşçı orta saha bolluğunun da etkisi var elbet ama en önemli oyuncusu Bendtner olan bir ekibin elemelerde grubunu Portekiz'in önünde lider olarak tamamlaması başka türlü açıklanamaz heralde. Uzun zamandır beraber oynayan Poulsen'li Tomasson'lu jenerasyonun da son turnuvası ve en azından bir üst turu görmek isteyeceklerdir.

Tahmin gerekirse Hollanda'yı başa Japonya'yı sona yazdık zaten.. Bir üst tur için isteğim Kamerun'un gelmesi ama Danimarka Kamerun'un üstünde yer alarak 2. turu görür diyelim.

Dünya Kupası Grup D


Grup, mücadele açısından en keyifli gruplardan biri olmaya aday. Avustralya göze hoş gelen futbol oynayan ve çok kaliteli futbolculardan kurulu bir takım. Birçok oyuncusunu yakından tanıyoruz. Premier League tecrübesi olan futbolcuları takımı üst tura taşıyacak kapasitesedeler. Bir Fenerbahçe taraftarı olarak, Kewell gibi süper bir adamı da dünya kupasında izlemek istiyorum açıkçası. Umarım oynayabilecek duruma gelmiş olur ilk maç itibariyle. Takımın orta sahası en iyi bölge iken, forvet hattı da bir o kadar zayıf. Neill abimizin yeri de banko, savunmayı ayakta tutmaya çalışacak, zira savunma anlamında da çok güçlü bir kadro yok Avustralya'da. İkincilik için çabalarlar.


Almanya, kendimi bildim bileli, turnuvanın baba takımlarından olmuştur. Alman disiplini diye bildiğimiz istikrarı her daim takımda görmek mümkün. Yıldız oyunculardan çok daha güçlü ve takım oyununu çok iyi başaran bir kadroları var. Yıldız demişken, takımın yıldızı da bu seneki üstün performansıyla Mesut Özil. Her ne kadar Türk milli takımı yerine panzerlerin formasını giymeyi tercih ettiği için kendisine antipati duysam da, bu turnuvada iyi bir performans ile Almanya'nın dışına çıkmasını bekliyorum. Kadronun her bölgesi çok kuvvetli, ancak Ballack'ın eksikliği kesinlikle yadırganamaz. En azından mükemmel bir lider olabilirdi takımda, her ne kadar hırçın ve sıradışı olmaya çalışsa da. Defans hattında takımın diğer Türk asıllı oyuncusu Serdar Taşçı'yı da izlememiz mümkün. 11e girebilir mi buna Löw karar verecek ama Mertesacker'in partneri olabilecek düzeyde bir futbolcu. Grubun favorisi kanımca yarı finali de görmeye aday takımlardan bir tanesi.


Ghana, turnuvanın en genç takımı olarak göze çarpıyor. Her ne kadar genç bir kadroya sahip olsalar da, tecrübeli sayılabilecek kapasitedeler, çünkü takımlarında sürekli oynama fırsatı bulmuş oyunculardan kurulular, bazıları küçümsenmeyecek takımlarda da forma giyiyor. Kalede Kingson'ı görmeyiz diye umuyorum, yeterince çektik yıllarca. Muntari, her ne kadar Inter'de biraz daha joker adam görevi görse de, milli takımda orta sahayı taşıması gerekiyor. Bu sorumluluğu alırsa takıma büyük güç katar. Ghana'da da Avustralyalı abilerimiz gibi sahada görmek istediğim, çok sevdiğimiz Appiah'ı merak ediyorum. Sakatlıktan kurtuldu, ama fiziksel olarak ne durumda bilemiyoruz. Biraz döktürse de seyretsek, çok özledik kendisini.


Ve gelelim dünya kupasındaki en büyük sürprizi yapmasını beklediğim takıma. Çok etkili bir o kadar da tecrübeli bir kadroya sahip Sırbistan. Fransa'nın önünde gruptan lider çıkarak da nekadar güçlü olduklarını gösterdiler. En büyük artıları yetenekli oyuncularının, Avrupa'nı üst düzey liglerinde, üst düzey takımlarda, banko oynaması. Eski Yugoslavya'yı anımsatan güçlü bir kadroya sahipler. Zaten başarıları da Yugoslavya zamanına dayanıyor. İki kez dördüncülük elde etmişler katıldıkları onbir dünya kupasında. Grupta Almanya'ya da kafa tutup, gruptan lider çıkarlarsa hiç şaşırmam. Takımın başında eski bir Fenerbahçeli Antic var ve 2008de takımın başına geçtiğinden beri takımı ileriye taşıyor. Göze hoş gelen, sert ve hücumcu bir oyun bekliyorum Sırplardan.


Gruptan Sırbistan ve Almanya'nın çıkması muhtemel, bence birinci de Sırbistan olur.

Haziran 11, 2010

Dünya Kupası Grup C


İngiltere grubun ve kupanın favorilerinden. Kale emin ellerde, her ne kadar James 40 yaşında olsa da o da Van Der Sar gibi istikrar abidesi. Yanındaki diğer iki kaleci de oynarsa hakkını verirler kalenin. Savunmada Ferdinand'ın eksikliği takımı etkileyebilir, ama Terry'nin yanında Carragher da sırıtmaz, sadece biraz daha ağır kalabilir. Solda Cole oynarsa tartışmanın alemi yok. Sağda da muhtemelen Johnson oynar ki o da hücumu da savunmayı da iyi yapan beklerden biri. Orta sahayı saymaya başlayınca bütün oyuncuların oyunu iki yönlü oynayabilecek kapasitesi olduğunu görüyoruz ki en büyük artısı da bu İngiltere'nin. İsim isim saymaya gerek yok kim oynarsa oynasın İngiltere'yi en az yarı finale götürecektir. İleride Rooney'in yardımcısı Defoe olacak gibi. Geçen sezonu en formda geçiren oyuncu o, ancak Crouch target striker olarak kullanılıp, arkasında Rooney de mantıklı olabilir. Her halükarda 9 puan yapmaları gerekiyor bu grupta.


İngiltere'yi en fazla müttefiki ABD zorlar. Kalede, bekte, stoperde, göbekte, kanatta, hücumda, kısacası her bölgede en az bir üst düzey futbolcuları var. Meksika'nın geçen turnuvadaki etkili ve göze hoş gelen futbolunu en azından gruplarda bize izletebilecek bir potansiyel görüyorum Amerika'da. Türkiye maçında da ne kadar dirençli ve güzel futbol oynadıklarını izlemiştik.


Grubun sürprizlere en açık takımı Cezayir. Nasıl futbol oynadıklarını ilk maçlardan sonra değerlendirmek daha doğru olacak olsa da, ezeli rakipleri Mısır'ı play-offta nasıl bir inançla yendiklerini göz ardı etmemek lazım. Yine aynı şekilde inançlı olacaklardır. Slovenya'yı çok rahat geçebilirler, Amerika'ya kesinlikle kafa tutarlar. Takımın büyük bir kısmı Avrupa'nın orta sıra ve zayıf takımlarında oynayan futbolculardan oluşuyor. Her ne kadar zayıf takımlarda oynuyor gibi görünseler de Avrupa'nın en büyük 5 liginde oynuyor oyuncular. Bu bakımdan Amerika ve Slovenya ile aynı kaderi paylaşıyorlar. En az 4 puan bekliyorum Cezayir'den.

Slovenya, elemelerde içinde bulunduğu grubun zayıflığından kupaya katılmayı başardı. En büyük sürpriz play-offlarda Rusya'yı elemeleri oldu. Gruplardaki en önemli özellikleri 10 maçta sadece 4 gol yemiş olmaları. Gerçi Rusya'dan 1 maçta 2 tane gol yemeleri, güçlü İngiltere'ye karşı kalenin çok sağlam olmadığını işaret ediyor. Yukarıda da belirttiğim gibi Slovenya'nın da artı yanı Avrupa'da oynayan çok futbolcusunun olması. Birçoğunun adını hiç duymamış bile olabiliriz ama Avrupa'da oynamanın Türk futbolcularını ne kadar geliştirdiğini hepimiz biliyoruz. Ben yine de Slovenya'nın çok büyük bir sürpriz yapmasını beklemiyorum, ancak 3 puan almaları bile belki onların gruptan çıkmalarına yetebileceği için kestirmek zor.

İngiltere'ye 9 puanı verirsek, diğer üç takımın aralarında oynayacağı maçlar kalite olarak çok üst düzey olmayabilir belki, ama çok çekişmeli geçecek, çünkü üç takım da en azından bir üst turu görebileceğinin farkındadır. İkincilik için favori ABD olarak gösterilse bile tahmini zor gruplardan biri.

Dünya Kupası Grup B


Kim ne derse desin, isterseniz Maradona'yı beğenmeyin, isterseniz Cambiassosuz orta saha çöker diyin, Arjantin bu grubun favorisidir. Hücum hattındaki bütün oyuncuları kariyerlerinin en iyi sezonlarını geçirdiler. Messi dünyanın en iyisi, Milito şampiyonlar ligini kendi attığı gollerle kaldırdı, Higuain Madrid'de Ronaldoyla büyük işler başardı, Tevez Man. City şampiyonlar ligine gidemese de takımın yükünün büyük bir kısmını taşıdı. Bir tek Agüero süper bir sezon geçirmedi, zaten muhtemelen yedek soyunacaktır. Arjantin'in sıkıntısı savunma anlamında. Stoperleri, her ne kadar Samuel çok sağlam olsa da, çok ağır futbolcular. Bekler stoperden bozma. Ön liberonun yükünü kaldırabilecek tek adam Mascherano. Yanındaki Veron da bence kupadan sonra futbolu bıraksın. Arjantin'in oyunu kanatlardan yığarak oynayamaya çalışacağı belli, elindeki kadro yapısı bunu gösteriyor. Gruptan çıkmakta zorlanmazlar, hatta her şeye rağmen kupada favorilerimden.


Yunanistan kadrosundaki 11-12 defansif oyuncuyla yine savunma futbolu oynayıp, rakipleri kitleyerek kötü futbol izletecek gibi gözüküyor. Avrupanın üst düzey liglerinde top koşturan oyuncuları takıma illa ki katkı sağlayacaktır. Karagounis ilerleyen yaşına rağmen takımın beyni durumunda. Yeteneklerini üst düzey bulmama rağmen 25 yaşına gelmiş olmasına rağmen gereken yerde olmadığını düşündüğüm Samaras sürpriz işler yapabilir. Savunama ve orta sahadaki defansif oyuncuların performansına göre bir üst tura çıkabilirler ama daha ileri gidebileceklerini düşünmüyorum. Hiçbir savunma açılmaz değildir, eğer takımı Mourinho yönetmiyorsa ve Inter'in savunmasına sahip değilseniz.


Nijerya'nın elinde geçmiş kupalara göre daha zayıf bir kadro var. Avrupa'da oynayan ve tecrübeli birçok oyuncusu olmasına rağmen, bu oyuncuların formlarının çok yüksek seviyelerde olmaması onlara problem yaratacaktır. İyi bir kaleciye sahipler, Enyeama oldukça yetenekli. Savunma hattı orta sınıf futbolculardan kurulu. Orta saha oyuncuları ise daha çok hücuma yönelik futbolcular. Üstte belirttiğim formsuz oyuncular ise genelde forvet hattındalar. Aralarında kariyerlerinde üst düzey takımlarda iyi performans sergilemiş olan hücumcuları olsa da, geçen sezonu hiçbir forveti çok golle kapatmamış. Bunun negatif etkileri olacağını düşünüyorum ama Nijeryalı kanları hızlı oyuncular olmalarını beraberinde getiriyor. Yunanistan'a karşı hızlı oynayıp, onları yenmeyi başarırlarsa gruptan çıkabilirler. Ama Nijerya için de daha ilerisini görmek pek mümkün değil.


Takımın en zayıf gözüken takımı Güney Kore. Kadrosunda hala bize yenildikleri 3.lük maçından kalan futbolcuları da var. Çok üst düzey tanınan, bilinen oyuncuları yok. En göze çarpan isim Manchesterlı Park Ji-Sung. Ahn Jung-Hwan da İtalya'ya attığı altın golle hatırlanıyor, artık son demlerinde. Güney Kore'nin 3.lük için bile şansı olduğunu düşünmüyorum. 2 puan alırlarsa şaşırırım.


Tahminimce Arjantin 7 ya da 9 puan yapar, Nijerya ikinciliği ucu ucuna alır.

Haziran 08, 2010

Dünya Kupası Grup A


Grup, turnuvanın zayıf gruplarından biri olarak göze çarpsa da, favori Fransa dışındaki üç takım da farklı sebeplerden dolayı sürpriz yapabilir.

Fransa, her türlü nefretime rağmen grubun favorisi konumunda. Turnuva tecrübesi olan oyuncular ağırlıklı bir kadroları var. Defansa baktığımızda sol bekte dünyanın en iyi sol beklerinden biri olan Evra var. Sağda muhtemelen Sagna oynar, yedeği de tecrübeli Reveillere olur. Orta ikilide ise Gallas'ın yeri garanti, yanında da Abidal tercihi kullanılacakmış gibi gözüküyor. Ben Squillacci'nin de güvenilebilecek bir stoper olduğunu düşünüyorum ama Domenech bu, yine enteresanlıklar yapacaktır.

Orta sahanın ortası zayıf gibi görünse de mücadele gücü yüksek Toulalan, Diaby ve Diarra gibi üç isim var. Önlerinde de süper yetenek Gourcuff, oyunu yönlendiren isim olacaktır. Kanatlarda Ribery'nin yeri garanti. Diğer kanat oyuncusu solda Malouda veya sağda Anelka gibi gözükebilir. Domenech'in taktiğine göre Anelka forvet hattında da oynayabilir. İleri de ise bence favori Gignac, ama Henry, Govou, Cisse gibi tecrübe kokan isimlerin arasında şans verilir mi göreceğiz. Her şeye rağmen, horozlar gruptan çıkmakta zorlanmayacaktır.

Meksika, grupta sürpriz yapmaya aday takımlardan ilki. Son turnuvada oynadıkları futbol, beni çok etkilemişti. Arjantin'e uzatmalarda yenilmeseler çeyrek finali göreceklerdi. Bu seneki kadro aynı sükseyi yapar mı göreceğiz.

Kalede Ochoa öne çıkan isim. Genç yaşına rağmen, şans verilmesi gerektiğini düşünüyorum. Geri dörtlünün sağında Bundesliga tecrübesi olan Osorio, solunda ise PSV'de uzun süredir oynayan Salcido oynayabilir. Stoper özellikleri olması, hem hücuma katkı yapmasını hem de defansif özelliklerinin normal bir beke göre daha iyi olmasını sağlıyor. Göbekte ise Marquez kaptan ile genç Hector Moreno favorilerim.

Orta saha ve hücumdaki oyuncuların çoğunluğu kendi ülkelerinde oynuyorlar. Sol kanatta Dos Santos ve Guardado Avrupa tecrübesi olan isimler. Blanco 37 yaşında abi olarak kadroda gibi gözüküyor. Oyuncuların çoğu kendi ülkelerinde oynadıkları için pek fazla yorum yapmak doğru olmaz ancak Guillermo Franco, Carlos Vela gibi tanıdık isimler hücum hattında etkili olabilirler. Meksika ikincilik için Uruguay ile çekişir.

Uruguay, güçlü hücum hattıyla ön plana çıkıyor. Forlan, Cavani ve Suarez formda ve etkili isimler. Geride Lugano kim ne derse desin kupada takımına katkı sağlayacaktır. Yanında ise Godin ya da tecrübeli Scotti, Lugano'ya eşlik eder. Takımın bekleri ise zayıf. Caceres her ne kadar Juventus'ta oynasa da stoperden bozma bir bek. Bence yerine Perreira da düşünülebilir. Solda Fucile, Porto'da oynamasa adını bilmeyebilirdik, ne kadar iş yapar göreceğiz.

Orta sahanın göbeğinde eski Villarealli Eguren banko. Yanına ise Diego Perez veya Gargano düşünülüp savunmaya yönelik güçlü bir orta saha oluşturulabilir. Kanatta Rodriguez hızlı ve etkili bir oyuncu bence sol tarafı bırakmaz. Sağda Suarez düşünülebilir. Böylelikle Cavani-Forlan ikilisine yer açılmış olunur. Kalede Muslera genç yetenek, Ekvator'a karşı ilk kez milli formayı giymiş. Castillo ise daha tecrübeli ama Brezilya liginden öteye gidememiş. Tecrübe mi oynar yetenek mi hoca Tabarez karar verecektir. Takım, Meksika'ya kafa tutabilirse belki de ilk 8e bile kalmayı başarabilir.

Ev sahibine gelecek olursak, birkaç İngiltere, Hollanda ve Rusya tecrübesi olan futbolcuları dışında çoğunlukla kendi ülkelerinde top koşturan oyunculardan kurulu bir kadroya sahip. Tek avantajları ev sahibi olmaları, ancak gruptaki diğer takımları göz önünde bulundurunca, ev sahibi olmak avantaj sayılır mı bilinmez. Başlarında ilginç dünya kupası deneyimleri yaşamış olan, bu deneyimlerinin arasında Brezilya ile bir de dünya kupası kazanmış olan, Fenerbahçe'den de tanıdığımız Parreira var. Parreira takıma, ev sahibi olmaktan daha fazla avantaj sağlayabilir. Ancak o şekilde bir üst turu "belki" görebilirler.

Benim tahminim Fransa 9 puanı alır, Uruguay ile Meksika arasındaki maç da ikinciyi belirler.

Mayıs 28, 2010

Yine Bize Hüsran


Ne yazık ki Avrupa Şampiyonası'nı Türkiye'de düzenleme hayallerimiz yine suya düştü. Şenes Erzik oylamadan sonra Platini'ye resmen ateş püskürdü. Haksız da sayılmaz. Platini başkan olmasa acaba Fransa'da mı oynanırdı Avrupa Şampiyonası? Şenes Erzik de bu cümleyi kullanmış. Platini de kendisini açıklama yapmak zorunda hissedip, böyle söylentiler doğru olamaz demiş. Geçen aylarda, biz tarafsızız diyip Erzik'in sırtını sıvazlayan Platini atıp tutmak mecburiyetinde tabi.


İtalya da, Fransa da turnuvaya daha önce iki kez ev sahipliği yapmışken, Türkiye gibi futbola belki de İtalya ve Fransa'dan daha fazla önemin verildiği bir ülkeye, ev sahipliği yapma şansını tanımamak UEFA açısından utanç verici bir durum. Statsa stat, yolsa yol, misafirperlikse kralı var hala masa başı oyunları yapıyorlar. Esas anlamadığım nokta Kıbrıs Rum Kesimi'nin oylamada oy hakkının bulunması. Sadece 13 tane ülkenin temsilcileri oy kullanabiliyorken Kıbrıs Rum Kesimi'nin bu 13 ülkenin içerisinde bulunması ilginç geldi. Muhtemelen onların oyuyla kaybetmişizdir ev sahipliğini.


Umarım ilerleyen yıllarda Şenes Erzik'i UEFA'nın başında görürüz de, biz de ülkemizde bir Avrupa Şampiyonası izleme fırsatı buluruz.

Mayıs 24, 2010

Kısa Kısa Transfer


Türkiye medyasının doğruluğu tartışılır ama görünüşe bakılırsa Quaresma Beşiktaş'a yakın. Beşiktaş için büyük transfer. Sağ dışları bile tribünleri ayağa kaldırmaya yeter.

Fenerbahçe için Van der Vaart'ın adı geçiyor. Aman gelmesin. Kaliteyse kalite ama Alex'ten bir fazlası yok. Alex gitse de taktiğimiz değişse diye bekleyen Fenerbahçelilerin hoşuna gidecek bir transfer olmaz. Getirilebiliyorsa Krasic daha şık olur.

Servet Çetin görünüşe göre yolcu. Rijkaard, yetersiz tekniği ve fazla ağır oluşundan dolayı silmişti zaten Servet'i. Askerlikten kurtarmak için bir Rusya iyi gider. Döndürme Shevchenko'yu.

Adriano için Roma devrede. Adriano fırtına gibi olduğu zamanki formunu yakalayamadıysa, ona Serie A yakışır zaten.

Maicon, Mourinhoyla her yere giderim, Real Madrid'in başına geçerse beni de yanında götürmesini isterim demiş.

Barcelona, Alves'e yedek olarak Arsenalli Eboue'yi düşünüyormuş.

Kayserispor, Glasgow Rangers'tan Chris Boyd'u takıma katmak üzereymiş. Kayserispor'da iş yapar gibi geliyor. İsim olarak Makukula'dan daha önde bir oyuncu ama onun kadar gol atabilir mi ?

Barcelona bu hafta içinde Fabregas için Arsenal'e resmi teklif götürebilir.

Mourinho'nun Real Madrid'e götürmek istediği futbolcuların arasında De Rossi, Kolarov, Ashley Cole ve Stevan Gerrard varmış. Bunlar biraz fazla abartılı ama malum Real Madrid.

Arsene Wenger, Fabregas giderse yerini Gourcuff'la dolduracakmış.

Chelsea ve Manchester City, Aguero için kapışıyorlarmış.

Ajax'ın golcüsü Luis Suarez, sadece Manchester United'a giderim demiş.

Mascherano Chelsea ya da Inter yolcusuymuş. Premier League'den vazgeçeceğini sanmıyorum.


Şimdilik söylentiler bu kadar. Bir kısmı gerçekleşecektir elbet. Özellikle Mourinho'nun gideceği takımı ve orada kuracağı kadroyu merak ediyorum. Kalın sağlıcakla..

Mayıs 23, 2010

Campioni al Cubo : Bayern Münich 0-2 Inter


Klasik bir Inter savunması, hatta bu kez solda Zanetti yerine savunma gücü daha kuvvetli Chivu Robben'i durdurmakla görevliyken, Zanetti de ön liberoda oynuyordu. Inter dünyada toplu savunmayı en iyi yapan takım olduğu için, Bayern de sadece Robben'in ayağına baktığı için Inter maçı kazandı. Catenaccio fazla bile geldi Bayern'e. Hücumcular sağlam stoperlerin arasında sıkıştı, sağda Robben etkisiz kalıp, solda da Hamit Maicon karşısında dribblinge kalkabilecek türde bir oyuncu olmadığı için fazla pozisyon vermediler. Daha atak oynasa da kazanırlardı zaten. Bayern'in ağır savunmasının üstüne Etoo'yu salmadı bile Mourinho. Etoo'ya nazaran daha ağır gözüken Milito bile 2. golde savumayı çok rahat yatırıp golü attı.


Mourinho taraftarı olduğum için Inter'i, Hamit oynadığı için de Bayern'i tutmak isteyince; neticesinde tarafsız olmayı tercih ettim. Kim kazanırsa sevinirim mantığı.


2. golden sonrasıydı galiba, Mourinho elleriyle sakin olun işareti yapıyordu. İçinde belki de kupanın geldiği hissi vardı ama buna rağmen işine ve rakibine gösterdiği saygı gerçekten takdir edilecek türden. Zaten maçtan önce de Van Gaal ile mütevazilik yarışına girmişlerdi. Van Gaal, bu saatten sonra o benim yanımda değil ben onun yanında çalışırım, diyerek ustalığını yaptı. Mourinho da maç bitmeden gidip eski hocasının elini sıkıp bir nevi ödeşmiş oldu.


Mourinho, önümüzdeki sezon Inter'de kalmayacağını açıkladı. Bunu herkes bekliyordu, büyük ihtimalle de Real Madrid'in başında olacak. Ben blogun Madrid ve Mourinho tarafı olarak heyecanla bekliyorum.


Milito şu oyunuyla Arjantin milli takımının 1. forveti olmalıdır. Yanına Messi'yi de koyduktan sonra diğer adam da Tevez, Aguero veya her kim olursa çok da önemli değil. Zaten Arjantin'in bütün hücumcuları çok formda ama sorun defans hattında. Özellikle Cambiassosuz bir orta sahada Mascherano yalnız kalabilir. Demichelis de fazlasıyla ağır. Maradona'nın kadro tercihlerini anlamamış olmakla beraber yine de ümitliyim Arjantin'den. En azından yarı finali göreceklerdir ama Messi'nin kupayı kaldırmasını umuyorum.


Özellikle Inter kupayı haketmişti. Barcelona'ya 3 gol atabilen bir takım ne de olsa. İki takımı da tebrik etmek lazım. Önümüzdeki sezon Fenerbahçe'nin eleme turu maçlarıyla CL'ye geri dönüş yaparız artık.

Mayıs 22, 2010

Şampiyonlar Ligi Final 2010


Akşam Avrupa'nın en büyük kupası sahibini buluyor. Şampiyonlar Ligi finali ilk kez Cumartesi akşamı oynanacak; sebebi de genç izleyiciyinin uyku derdi falan olmadan televizyonun başında kalabilmesi. Tabii yerinde izlemek için yolculuk edecek taraftarlar için de çok büyük rahatlık maçın haftasonuna alınması.

Direkt söyleyelim; hem basındaki çoğunluk hem de benim gözümde Inter net favori. Gönlüm Bayern Munich'ten ve Mourinho'nun kupayı uzaktan izlemesinden yana - Barcelona faktörü - ama kadro yapısı ve kalite olarak Inter'in ağır bastığını kabul etmek gerekiyor. Tek güvence Van Gaal'in de Mourinho kadar olmasa da oldukça yetenekli ve bir o kadar da tecrübeli bir hoca olmasında. Bu aynı zamanda maçın da izleyici açısından pek keyifli olmayacağı ve oynatmama üzerine kurulu kadrolar göreceğimiz izlenimini oluşturuyor bende ama final bu tabii ki erken gol, kırmızı kart vesaire; belli olmaz ne olacağı.

İki takım da liglerinde ve ülke kupalarında mutlu sona ulaştı ve şimdi en büyüğünün peşindeler. Bayern Munich en son 2000-01 sezonunda Valencia'yı penaltılarda geçerek kupaya ulaştı ve kupayı 5. kez kazanmak için sahaya çıkacaklar. Inter'in hasreti ise çok daha uzun. 1963-64 ve 1964-65 sezonlarında arka arkaya kazandıktan sonra bir daha en büyük kupayı kaldırmayı başaramadılar. Mourinho gider ayak en büyük hediyeyi verebilir Milano ekibine.

Hocalara baktığımızda da ikisi de aynı şey için uğraşıyor. Kupa 1'i iki ayrı takımla kazanan iki hoca var tarihte. Ottmar Hitzfeld (Borussia Dortmund,1997 ve Bayern Munich,2001) ve Ernst Happel (Feyenoord,1970 ve Hamburg,1983). Amaç kupa sevinci yaşamanın yanında 3. isim olarak tarihe geçmek. Van Gaal 96'da Ajax'la kazanmıştı kupayı; Mourinho ise 2004'te Porto ile. Mourinho başarırsa en genç hoca olacak bu ünvana ulaşan.

Umarım klasik tabirle finalin adına yakışır bir maç olur ve kulüp futbolunu doygun bir şekilde bırakarak asıl heyecan Dünya Kupası'na yüzümüzü dönüp beklemeye koyuluruz.

Saat: 21.45
Yer: Santiago Bernabeu
Yayın: Star TV

Mayıs 20, 2010

Kaldığımız Yerden


Biraz silkinebildim, herkes gibi benim de Fenerbahçe, futbol ve spor dışında da bir hayatım var, kimi zaman ona da takılıp kalmak zorunda olabiliyorum.


Öncelikle Bursaspor'u tebrik ediyorum. Bütün sezon boyunca şampiyonluğu hak eden tek takımdılar ve sezon sonu gelince de bu mutluluğa eriştiler hayırlı uğurlu olsun.


Diğer bloglarda, gazetelerde, facebook'ta yapılan yorumları okuyorum. Bazılarını artık dikkate bile alma ihtiyacı duymuyorum. Çocukça saçmalıklara getirdiler konuyu. Ben de utandım anons rezaletinden, ama ertesi gün başım dik bir şekilde, diğer bütün yem bekleyen aç balıkların arasına daldım. Videoları izledim, güldüm. Bazıları sınırı aşıyorlar, takılmıyorum. Burada Galatasaray ve Beşiktaş'a 10ar puan fark attık hala konuşuyorlar diye başlayan bir paragraf yazmayı çok istiyorum ama seviyeyi düşürmemek lazım. Zaten tek çare susmak değil midir bazı konularda?


Bir önceki yazımda sinirle yazılmış istifalar gerekli cümlesi vardı. Hala bu düşüncemin arkasındayım. Aziz Yıldırım çok iyi bir yönetici olabilir, takımı kurumsal anlamda genişletmiş olabilir, ama hala futbol dalında büyük başarılar göremiyoruz. Basketbol ve voleybolda, erkeklerde bayanlarda, hatta yüzme, atletizm gibi her zaman gözlerimizin önünde olmayan dallarda çok iyi işler yapıyor takım, ama futbol bu ülkenin 1 numaralı sporudur. Bunu değiştirmek de mümkün değildir. Bundan sonraki tek hedef futbolda üstün başarı gösterip, rakiplerin Fenerbahçe hakkında söylediklerine en doğru yoldan, kimseyi kırmadan, kimseye sataşmadan cevap vermek olmalıdır. Bunu Aziz Yıldırım yapar mı? Bence yapamaz. Yerini Ali Koç ya da Mehmet Ali Aydınlar gibi üst düzey iki yönetici insana bırakırsa onlar bu işi yapabilirler mi? Buna karar vermek de bana düşmez, görmeden de yorum yapamayız. Haziran ayına kadar kimlerin gidip kimlerin kalacağı belli olur gibi gözüküyor. Daha sonrasında, yeni şablon hakkında fikirler üretebiliriz.


Futbolcu zihniyeti de biraz değişmek mecburiyetinde. Yırtıcı, varını yoğunu ortaya koyan adamlara ihtiyaç var, ama bu adamlar çok mücadele ediyor, canını dişine takıyor dediğimiz hatta çok sevdiğimiz Emre Belözoğlu olmamalı. Top geçer adam geçmezi yapan çok futbolcu geldi geçti bu takımdan. Kemalettin’i de gördük, ama Bilica’yı görmek istemiyoruz, ne bu takımda ne de bu ülkede. Her şeyiyle oynayan adam Gökhan Gönül gibi olmalıdır, yetenekleri sınırlı olmasına rağmen Selçuk Şahin gibi olmalıdır. Bu iki adamdan başka çok hırslı ama bir o kadar da efendi diyebileceğim bir başka ismin takımımda bulunmaması bana utanç veriyor. Herkes Fenerbahçe’den nefret ediyor, bu da beni çok fazla üzüyor. Topu götünle tutma sonra ağlarsın dedikleri adam hakkında çok da doğru söylüyorlar. Belki de gerçekten dünyanın en iyi 10 kalecisinden biri olabilir Volkan, ama adam olmadıktan sonra umurumda bile olmaz. Alex’i bütün takımdan ayrı tutmak zorundayım ben de herkes gibi. Alex süper bir aile adamı ve bu yüzden neredeyse maç kaçırmıyor, ama kimi zaman sert müdahalelerde bulunuyor, sinirlerine hakim olamıyor. Bunu da etten, kemikten yapılmış olmasına verelim. Ne olursa olsun o Alex de Souza. Onu herkes seviyor, Hagi’yi sevdiği gibi.


Yazmam gerekip de unuttuğum çok fazla şey var. Bunları ilerleyen zamanlarda kısa kısa yazarım. Önümüzde cumartesi günü oynanacak olan Şampiyonlar Ligi finali ve Dünya Kupası var. Elimden geldiğince bunlara konsantre olmaya çalışacağım. Transfer sezonu da yavaş yavaş hareketlenmeye başladıkça, yazılarda da biraz daha istikrar sağlayacağız. Şimdilik kalın sağlıcakla.

Mayıs 17, 2010

Unutulmaz Final.. Şampiyon Bursaspor




''Anadolu Devrimi'' mi diye sormuştuk Galatasaray maçından sonra. Anadolu Devrimi değil umarım Futbol Devrimi'nin başlangıcıdır bu şampiyonluk Türkiye'de. Büyükler kollanır, şampiyon yapmazlar anadolu takımını gibi düşünceleri bir kenara bırakmak lazım artık. Oynadın mı hakettin mi oluyor işte. Devamı gelir mi orası önemli asıl ama şimdilik bu büyük başarı için kutlamak lazım Bursaspor'u.

Şampiyondan başlayalım önce. Tarihe adını yazdırmak nasıl bir duygu futbolcular kendine geldiği zaman bunu anlıyınca asıl gururu o zaman yaşayacaklar heralde. Futbol devrimi falan çok büyük iş ama türk futbol tarihinin en unutulmaz üç beş kadrosundan biri olmuştur bu kadro. Nasıl bir önceki nesil Trabzon'un şampiyon kadrosunu dün gibi hatırlıyorsa bu nesil de 20-30 sene sonra bu kadroyu bi nefeste sayacak.

Gerçekten çok ama çok büyük bir başarı.. Hatta bana göre günümüz şartlarında mucize. Sırf maddi yönü değil - bu fakir edebiyatı da bayacak zaten ilerleyen günlerde. 18 milyonluk takım falan bulursan iyi oyuncuyu yakalarsan rüzgarı fark etmiyor kaç paralık topçun olduğu - basın da 3 büyüklerin yanında, yayıncının da işine gelir büyük takım şampiyon olsun. Ama sen 34 haftayı en iyi averajla, en az mağlubiyetle, çok insana göre de en iyi futbolu oynayarak zirvede bitiriyorsan diyecek çok da birşey yok.

5-6 sene önce küme düşmüştü bu takım. Şampiyonluk hayal bile edilemezken yakalanan başarı herhangi bir avrupa liginde gelse imrenerek ne renkli lig diye bakardır. Türkiye'nin 5. bir şampiyonu var artık. Tebrikler Bursa..

Geçelim Fenerbahçe tarafına.. Gerçekten büyük bir travma. Denizli'den 4 yıl sonra aynı hoca, aynı senaryo ve daha da kötü hatta olabilecek en kötü son. Şampiyonum sanıp daha sonra kendi evinde kendi ellerinle şampiyonluğu verdiğini anlamak.

Çok uğraştı takım ama 1-0 dan sonra bereberliğe kadar giden rölanti oyun Fenerbahçe'nin klasik hastalığı ve bu kez sonunu hazırladı. Aynı durumdaki Barcelona 27'de golü buluyor, baskıya devam, 31'de 2-0 oluyor ve şampiyonluk geliyor.Kadıköy'de gol gelmiş, taraftar çıldırmış, müthiş bir enerji gelmiş, rakip zor tutunuyor maça.. Sahadaki futbolcu 1-0'ın nasıl tehlikeli bir skor olduğunu bilmez mi; hele 1-1 olursa ellerin ayakların titreyeceğini nasıl düşünmez çözemiyorum ben.

Zor kararlar, zor günler bekliyor Fenerbahçe'yi. Bu hava kolay dağılmaz ama bu süreçte verilecek kararlar yine istikrarsız bir döneme sürükleyebilir kulübü.

Şampiyonluğun yankılarını; Bursaspor'un ve üç büyük görmüş Bursaspor'lu futbolcuların hikayalerini dinleyeceğiz yaz boyu. Ama asıl hikaye sezonun kendisi. Bu şehir takımı artık 5. büyük ve gerisi de gerçekten hikaye aslında.

Mayıs 16, 2010

İstifalar Gerekli

3 sene üst üste şampiyon olacağız diye açıklama yapıp sahanın ortasına milleti salacak Bursa 2-2 anonsunu yaptırıyorsan gideceksin

maç yazısı filan yok


edit: hala siniri atamadığım için herhangi bir şey yazmaya elim gitmiyor. kendime gelirsem yazmaya devam

Mayıs 12, 2010

Tebrikler Adnan Polat


Gönül isterdi ki böyle bir yazıyı yazma zahmetinde bile bulunmayayım. Her gün gazetelerde gördüğümüz sıradan olaylardan biri olsun ama burası Türkiye. Kimi zaman, sahada veya salonda, ne oynandığından bile haberi olmayan holiganlar, ortalığa insanı yaralayacak cinsten maddeler savurdukları için Adnan Polat'ın yaptığı bu hareket alkışlanıyor. Halbuki ezeli rakiplerin yöneticileri ve oyuncuları televizyonlarda, tribünlerde veya sahalarda dost olduklarını gösterebilseler, halkımız da bu kadar galeyana gelmez.


Bundan birkaç yıl önce Özhan Başkan Fenerbahçe 6-0 kazanırken Fenerbahçe'yi alkışladığı için dalga geçip gülenler, böyle şey olmaz diye yaygara koparanlar; Özhan Başkan'ın cenazesinde onu alkışlamayı başardılar. Şimdi de Adnan Polat çok benzer bir hareketi, Fenerbahçe-Galatasaray bayanlar basketbol play-off finalinde sergiledi. Fenerbahçe maçı kazanıp şampiyon olduktan sonra Aziz Yıldırım'ın yanında oturan Adnan Polat, salonu terketmek yerine, Fenerbahçeli bayan basketbolcuların kupayı kaldırışını izleyip, Fenerbahçeli oyuncuları alkışlama erdemini gösterdi. Adnan Polat'ı bu hareketinden dolayı kutlamak gerek. Bu gösterdiği onurlu davranış, maç sonrasında Aziz Yıldırım'a "fazla sevinmeyin taş atarlar", dedirtecek hareketleri yapan, maç sonunda sahaya çakmaklar atan kendini bilmezlere de ders olsun.


Özhan Başkan, Adnan Polat'ın bu hareketi yapmasında etkili olmuştur, en azından Adnan Polat'ın bilinçaltına kazınanlar bu davranışını tetiklemiştir. Spor camiasından iyiki geçmişsin Özhan Başkan. Nur içinde yat...


Fenerbahçe bayan basketbol takımını da başarısından dolayı kutluyor, ülkemizi Avrupa'da da en iyi şekilde temsil etmesini temenni ediyorum.

Diana Taurasi


Otoriteler tarafından dünyanın en iyi bayan basketbolcusu olarak kabul edilen Diana Taurasi bugün saat 13:00 te gerçekleşen açıklamayla Fenerbahçe kulübünün sporcusu olmuş oldu. Bu transferi yapanları kutlamak gerek. Böylesine isim yapmış, dünya çapında ödüller üstüne ödüller kazanmış bir oyuncuyu Türkiye'ye getirmek büyük başarıdır. Dünkü şampiyonluktan sonra hedefin Avrupa şampiyonluğu olduğu da, bu transferle bir nevi açıklanmış oldu. Umarım Fenerbahçe fubol takımı da Diana gibi büyük isimleri getirmeyi başarırda Türkiye'de Bilica gibi adamları izlemek zorunda kalmayız. Hayırlı uğurlu olsun Fenerbahçe camiasına..

Mayıs 09, 2010

Ankaragücü 0-3 Fenerbahçe


Fenerbahçe Andre Santos eksiği dışında klasik kadrosuyla sahadaydı. Ankaragücü Fenerbahçe'yi kendi sahasında bekleyerek başladı karşılaşmaya. İlk yarıda pek de pozisyon olmamasına rağmen Fenerbahçe baskıyı daha fazla yapmaya çalışan taraftı. Lemerre gibi tecrübeli bir teknik direktörün, ligin lideriyle oynarken ısrarla Gökhan Gönül'ün kanadından oynamaya çalışması yanlış. Tamam birkaç pozisyonda o kanattan etkili geldiler ama bu pozisyonlar da 3-0dan sonra oluşan pozisyonlardı. Zaten takım olarak da 3-0 a kadar pek bir varlık gösteremedi Ankaragücü. Maçın geneline bakacak olursak, Fenerbahçe istekli oynayarak ve tecrübesiyle maçı alıp şampiyonluğa bir adım daha yaklaştı. Guiza gol attı, kendi de şaşırdı her zamanki gibi. Baroni'nin gol vuruşu da çok güzeldi, Fenerbahçe'nin bu sezonki resmi karşılaşmalarda attığı 100. gol oldu. Resimdeki gol sonrası ağlama sahnesinin anlamını anlayamadım, en kısa zamanda öğrenip yazacağım.


Yıllarca Fenerbahçe forması giyen Ümit Özat, hep efendi futbolcu olarak anıldı ve Fenerbahçe'nin kaptanlığını yaptı. Oyuncusu bariz ofsayttayken, hakeme küfürler savurup el kol hareketleri yapmak yakıştı mı?




Tribünlerde, Ankaragücü taraftarının arasına karışan Bursaspor taraftarları vardı doğal olarak. Çarşıyla beraber bu ligin en iyi taraftarına sahipler. Takımları da aslanlar gibi futbol oynayarak, şampiyonluk şansını son haftaya kadar getirdi. Fenerbahçe maçı kazanıyor diye sahaya çakmaklar, taşlar ve bilimum öldürmeye yönelik maddeler atıp, Fenerbahçeli futbolcuları sakatlayarak mı şampiyon olacaklar? Aziz Yıldırım'a bütün maç küfür etmek onları bir üst seviyeye mi çıkartacak? Bu tip hareketlerden vazgeçsinler, hatta takımları ikinci olsa bile, Beşiktaş maçından sonra Bursa'da takımlarını alkışlayıp omuzlara alsınlar. Her ne kadar Fenerbahçeli olsak da Bursaspor'un iyi futbolunu biz de takdir ediyoruz.


Artık bir 90 dakika kaldı. Bütün konuşulan olayların, yapılan varyataların ve maçlar hakkında yapılan yorumların son bulacağı 90 dakika. 2006'da başına gelen Denizli faciasından sonra, Fenerbahçe'nin bu sene şampiyonluğu son maçta vereceğini düşünmüyorum. Beşiktaş da 3. olmak uğruna maça asılır. En büyük sıkıntı Şenol Güneş'in 5 Mayıs 1996'nın intikamını almak istemesi olacaktır. Bakalım bu düellodan kim galip çıkacak, süper ligde şampiyon kim olacak...



edit: Baroni golü attığında birçok kişiyi üzdüğünü düşünerek, üzülenlerin yüz ifadesini anlatmak istemiş.

Premier League Şampiyonu Chelsea


Chelsea Wigan'ı kendi seyircisinin önünde 8-0 yenerek, Premier League'deki 4. şampiyonluğuna, Football League First Division'da kazandığı bir şampiyonlukla birlikte İngiltere ligleri tarihindeki 5. şampiyonluğuna ulaştı. Drogba hat-trick yaparak 26 gollü Rooney'in önünde 29 golle gol kralı oldu, tabi bunda Rooney'in sezon sonuna doğru sakatlıktan dolayı oynayamamasının da payı büyük. Aynı zamanda, attıkları 103 golle Premier League tarihinin gol rekorunu da kırmış oldular. Bu şekilde bir rekora da son maçta 8 gol atmak yakışırdı zaten. 8 gol attıkları bu karşılaşma, Premier League'de bir maçta en farklı kazandıkları karşılaşma oldu. Carlo Ancelotti de Chelsea'nin başındaki ilk sezonunda şampiyonluğa ulaşmış oldu. Kısacası bu sezon kapanışıyla, birçok rekor kırmış oldular.


Kısa vadede Arsenal bu genç kadroyla devam ederse ve Liverpool agresif bir transfer politikasi sergilemezse, Premier League'de Chelsea Manchester United hegemonyasına tek tehdit Manchester'ın mavi tarafı olabilir gibi duruyor.

Ankaragücü - Fenerbahçe maç öncesi

Bütün hafta çalkalanan haberlerle ortamın gerildiği bir mücadeleye çıkacak iki takım da. Özellikle Melih Gökçek'in en son yaptığı, futbolcumuza maçı satması için para teklif edildi iddiası çok çirkindi. Eğer böyle bir iddiada bulunuyorsan, çıkıp kanıt göstereceksin ya da bu söylediğin lafa karşı dava açıldığı zaman cezasını çekeceksin. Siyasi işleri yazmanın alemi yok, yerine güveniyor diyip geçelim maça.


Ankaragücü'nün kadrosunu çok beğeniyorum. Her ne kadar hedefi olmayan futbolcuları toplamış gibi gözükseler de, o futbolcuların kumaşının çok iyi olduğu ortada ve Ankaraspor'dan gelen yerlilerle birlikte iyi bir kadroya sahipler ve olmaları gereken yerin çok altındalar. Lemerre seneye de kalırsa daha iyi yerlerde olacaklardır.


Fenerbahçe açısından son derece kritik bir maç, Bursasporlular oynamadan aldıkları üç puanın rahatlığıyla, büyük bir heyecanla Fenerbahçe'nin puan kaybetmesini bekleyecekler. Fenerbahçeli oyuncular kupa maçının üzüntüsünü üzerlerinden atmışlarsa çıkıp bu maçı almaları gerekir. Hele ki şike yapıldı söylentilerinin üstüne çıkıp, bu sene yapmayı pek başaramadıkları, maçın başından sonuna kadar saldıran bir görüntü sergileyerek 3-0 tarzı net bir skorla kazanmaları gerekiyor ki bu söylentiler son bulsun. Kadrolar henüz açıklanmadığı için taktiksel anlamda bir yorum yapamıyorum. Fenerbahçe'de Andre Santos 19 kişilik kadroda yok, sakatlığı olan Lugano ise bu maçta oynayacak gibi gözüküyor. Bu saatten sonra kimin oynadığının pek de bir önemi yok sayılır. Kim oynayacaksa çıkıp tüm gücüyle şampiyonluğa uzanmak için oynaması gerekiyor.


Not: Dün Barcelona da Real Madrid de kazandı ve şampiyonluk son haftaya kaldı. Haftaya Real Malaga ile, Barça Valladolid ile oynuyor. İki takımın rakibi de kaybederse düşme tehlikesi yaşıyor, çok heyecanlı bir La Liga haftası olacak önümüzdeki haftasonu. Inter ve Roma kazandılar ve yarış son haftaya kaldı ama Inter'in rakibi Siena'nın düşmesi kesinleştiği için Inter buradan bırakmaz gibi geliyor. Şu sıralarda da İngiltere'de şampiyonluk mücadelesi veriliyor Chelsea 2-0, Manchester United 1-0 öndeler. Şampiyon Chelsea gibi. Şampiyonluk yazısı Fenerbahçe maçından sonra..

Anneler Günü


Başta kendi annemin olmak üzere bütün annelerin bu kutsal gününü kutlarım. Onlar olmasa bu hayat çekilmez olurdu...

Mayıs 07, 2010

The Treble!


Bir takımın yaşayabileceği en iyi sezon.. Lig şampiyonluğu, lig kupası ve tabii ki şampiyonlar ligi şampiyonluğu (Şampiyon Kulüpler Kupası)..

Bu üçlüyü bir sezon içerisinde kazanabilen beş takım var tarihte. İlginçtir ki her on yılda ancak bir takım gerçekleştirebilmiş bu başarıyı.

Üçlemeyi yapan ilk ekip Celtic, yıl 1967.. Daha sonra 1972'de Ajax; 1988'de PSV Eindhoven; 1999'da o unutulmaz finali kazanan Manchester United ve son olarak 2009'da Barcelona bu zorlu başarıyı yakalayabilen takımlar.

Bu sezona geldiğimizde şampiyonlar ligi finalinin adı Bayern Munich - Internazionale.. Bayern Munich şampiyonluğu garantiledi ve 15 Mayıs'ta Werder Bremen ile lig kupası finalinde karşı karşıya gelecek. Inter ise dün lig kupasını kazandı ve ligde iki hafta kala Roma'nın iki puan önünde. Rakipleri ise zayıf.. Sezonu bitirmeye bakan Chievo Verona ve küme düşme hattındaki Siena..

Görünen o ki bir sürpriz olmazsa bu iki takımdan biri 22 Mayıs gecesi sadece şampiyonlar ligi şampiyonu olmakla kalmayacak, aynı zamanda üçlemeyi yapan 6. takım olarak adını tarihe yazdıracak.

Mayıs 05, 2010

Sezon Biterken..


Avrupa'da liglerde sona yaklaşılıyor ve bir yanda şampiyonlar belli olurken bir yanda da yarış nefes nefese devam ediyor..

Biz de bir derleme yapalım ve Avrupa'nın önde gelen ülkelerinde hangi ligde kim önde; zirvelerde son durum nasıl bir bakalım..

İngiltere: Son haftaya girilirken Chelsea 83 puanla lider ve Stamford Bridge'de iddiasız WiganAthletic'i konuk ediyor. 2. sırada Manchester United 82 puanda ve onlar da kendi evinde Stoke City'i konuk ediyor.

İspanya: Burada iki maçı kalan Barcelona 93 puanla zirvede ve şimdiden La Liga tarihinin puan rekorunu kırdı. Real Madrid bir maçı eksik 89 puanda ve bu gece zorlu Mallorca deplasmanına çıkıyor. Bu maçı kazanırlarsa haftaya Sevilla - Barcelona sezonun final maçı olur.

İtalya: Bitime iki hafta kaldı. Lazio'luların mağlubiyete sevinidiği maçtan 3 puanı alan Inter 76 puanda. Hala şans var ama iki puan gerideki Roma da kendi evinde kaybettiği Sampdoria maçına ağlasın oturup.

Almanya: Son haftaya girilirken Bayern Munich 67 puanla 64 puanlı Schalke'nin üç puan ve +17 averaj önünde. Ligde eşitlik halinde genel averaja bakıldığını da hesaba katarsak Bayern 21. kez Bundesliga şampiyonu diyebiliriz.

Fransa: 20 takımlı ligde bu akşam oynanan maçlar sonunda Lyon 2. sıradaki Auxerre'i mağlup etti, lider Marseille puanını 75 yaptı ve en yakın rakibiyle puan farkını sekize çıkararak bitime iki hafta kala şampiyonluğu garantiledi.

Hollanda: 34 hafta sonunda Twente, Eredivisie'yi 106 gollü ve +86 averajlı Ajax'ın önünde bitirerek tarihindeki ilk şampiyonluğuna ulaştı.

Portekiz: Portekiz'de de son haftaya giriliyor.. Benfica 73 puanda ve Braga'nın 3 puan ve 29 averaj önünde. Yine genel averaj önemli.. Haftaya Benfica'nın 32. şampiyonluğu resmileşecek ve Porto'nun dört sezonluk serisi sona ermiş olacak.


Hakeden Kazandı, 28


Maçla ilgili yazmam gereken ne var bilmiyorum, çünkü maç tek taraflı oynandı. Maçın başından sonuna kadar maçı hak eden Trabzonspor'du. Fenerbahçeli futbolcular tamamen lige odaklanmış, pazar gününü bekler bir haldeydiler. Maçtan önce Fenerbahçe orta sahası ısıran futboluyla Trabzonspor'un hücuma yönelik oyuncularını boğar ve maçı rahat alır demiştim, ama ne Emre ne Mehmet ne Selçuk ne de Özer hiçbir varlık gösteremeyince oyun Fenerbahçe'nin kalesine yakın oynandı. İte kaka Trabzon kalesine kadar gidip, topu kullanamadan rakibe verdiler. Trabzon da elindeki oyuncu yapısına en uygun olanı, yani kontratağı çok iyi yaptı ve hızlı bir şekilde Fenerbahçe kalesine gelmeyi başardı. Burak, Umut ve Alanzinho bencillikten biraz daha uzak olup, topu kaleye gönderebilseler maç ilk yarım saatte de kopabilirdi.


Fenerbahçe 27 yıllık kupa hasretini 28 yıla çıkardı, aksini yapacak hiçbir mücadele de göstermediler sahada. Futbolcuların kupa yası tutacağını sanmıyorum, zaten Eskişehir maçından sonra Ankaragücü'nü düşünmeye başladıkları çok açık. Düşününce, 27 yıl olmamış bir sene daha olmasın kupa müzemizde ama biz şampiyon olup şampiyonlar ligine direkt olarak katılalım diye düşünen bir takıma da niye diye sormak da mantıksız olur.


Maçtaki su molaları en az 3 dakika sürdü, tuvalet molasına bile yeterdi. Uzatmaları iki yarıda da yetersiz verdi Cüneyt hoca. Bilica'nın elini vermeyince daha açık olan Colman'ınkini de veremedi, eşitliği sağladı. Onun dışında kötü maç yönetmedi.


Emre, uzun bir aradan sonra bu kadar dirençsiz bir şekilde, sahada adeta yürür pozisyonda duruyordu. Üstüne bir de sarı kart gördü, sonra da oyundan çıktı soyunma odasına gitti, yanlış görmediysem.


Stat, rakip, başındaki teknik direktör, başkan, futbolcular.. Kimin gelip kimin gittiği hiç fark etmiyor Fenerbahçe'ye. İstikrar abidesi adeta Fenerbahçe. Almayacağız kupayı diye ant içmişler sanki. Ben göremedim, göremeyeceğim bu gidişle uzun bir süre daha bu kupayı. Taraftara kendilerini anca şampiyonluk kupasıyla affettirebilirler. Önlerindeki iki finalden de elleri boş çıkarlarsa, bütün takım tepeden tırnağa çalkalanır, gidenler, yol verilenler, ipi çekilip kuyusu kazılanlar çok olur, umalım da böyle olmasın...

Fİnal Öncesi


Fenerbahçe ile Trabzonspor, bu yıl 48.si düzenlenen Türkiye Kupası’nın finalinde bugün saat 15:45te Şanlıurfa GAP Arena’da karşı karşıya gelecekler. Trabzonspor bu kupada daha önce oynadığı 12 finalin 7sini kazandı. Fenerbahçe ise oynadığı 12 finalin sadece 4ünü kazanabildi. İlginç bir istatistik ise, Fenerbahçe bu 48 sezonun 25inde yarı finale kadar gelmeyi başarabilmesine rağmen, kupayı; 24,21ve 19 kez yarı finale çıkmayı başarabilen Galatasaray, Beşiktaş ve Trabzonspor’dan daha az kazanmayı başarabilmiş. Fenerbahçe son şampiyonluğunu 1982-83 sezonunda Mersin İdman Yurdu’nu finalde, iki maçlı sistemde, 2-0 ve 2-1 yenerek kazanmış.

Takımların muhtemel kadroları şöyle:
Fenerbahçe: Volkan, Gökhan, Lugano, Bilica, Vederson, Mehmet, Selçuk, Emre, Özer, Alex, Guiza
Trabzonspor: Onur, Serkan, Giray, Egemen, Cale, Selçuk (Ceyhun), Colman, Engin, Alanzinho, Burak, Umut

Bugün Fenerbahçe, son Eskişehirspor maçındaki performansını gösterip, o hırsı ve mücadeleyi ortaya koyabilirse, Trabzonspor’u yenememek için hiçbir neden yok. Kadrolar yukarıdaki şekilde olursa her şey Fenerbahçe’nin istediği gibi olur, çünkü Trabzon’un kadrosunda Colman, Engin, Alanzinho, Burak ve Umut gibi sadece hücumda takıma katkı sağlayabilecek 5 oyuncu gözüküyor. Oysaki oynarsa Selçuk oynamazsa Ceyhun, orta sahada savunmaya yönelik tek oyuncu olacakları için, Fenerbahçe’nin Emre, Selçuk ve son zamanlardaki güçlü görüntüsüyle Mehmet 3lü orta sahasına karşı yetersiz kalır. Şenol Güneş bu kadroyu sahaya sürerse 95-96 sezonunda attıkları golden sonra oyuna hücumcu oyuncular sokup Fenerbahçe’ye fark atma isteğiyle şampiyonluğu kaçırdığı gibi, bugün de kupayı kendi elleriyle Fenerbahçe’ye vermiş olur.

GAP Arena’da maç öncesinde kupa açılışı yapılacak, Anadolu Ateşi de gösterileriyle seyircilere güzel dakikalar yaşatacak.

Umarım Şanlıurfa takıma uğurlu gelir de, yıllardır bir türlü alamadığımız bu kupayı, benim hala havaya kalktığını göremediğim kupa da oluyor kendisi, alabiliriz. Fenerbahçe’nin taraftarlarına seremoni izletme zamanı çoktan geldi de geçti bile. Bakalım şeytanın bacağı bu sene kırılacak mı yoksa Trabzon 8. şampiyonluğuna mı ulaşacak…